Status             Fa   Ar   Tu   Ku   En   De   Sv   It   Fr   Sp  

Komünizm İran’da Kazanacak mı?



Türkçe çeviriye not: Türkçe çevirinin daha anlaşılabilir olması için yer yer kimi ifade eklendi. Türkçe çevirmen tarafından eklenen ifadeler "[]" içinde verildi. Metnin sonundaki bütün açıklayıcı notlar Türkçe çevirmen tarafından eklendi.


Bugünkü tartışmanın başlığı "İran’daki Gelişmeler: Komünizm İran’da Kazanacak mı?"dır. Bu tartışmanın neye ilişkin olmadığını açıklamam gerekir! En azından doğrudan, dolayımısız biçimde, şimdi söyleyeceklerimle ilişkili değildir; ancak bunlar tartışma sürecinde ortaya atılıp değerlendirilebilir. Sorduğum bu soruyu olumlu yanıtladığım baştan açıktır. Bir başka deyişle komünizm kazanabilir diyorum, yoksa böyle bir seminere gereksinim duymazdım. Uzun uzadıya bir şeylerin olanaksızlığını, olamayacağını anlatmak için kitap yazanların [tavrından] hoşlanmıyorum. Bir şey yapılamayacaksa o zaman bunu da yapma, git evinde otur! Dolayısıyla, bana göre, bir şey yapılamayacağını düşünen kişinin seminer düzenlemeyeceği de açıktır. Yanıtım başından açık: Bence komünizm İran’da kazanabilir. Tartışmanın konusu bu serüvenin güçlükleri ve böyle bir ereğe ulaşmanın stratejisidir. Tartışmamız bu noktaları açıklayabilmelidir. Konumumuzun sınırlamalarını açığa çıkarmalı, gerçekte bu utkunun gerçekleşebileceği koşulları sıralayıp üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bu, uluslararası komünizmin perspektifi ve ufkuna ilişkin bir tartışma değildir. Tartışmam "Günümüz proleter devrimleri çağı mı?", "Dönemimizde komünizmin konumu ne?", "Acaba zafere ulaşabilir mi?" cinsinden [sorular soran] "dönem kuramı" türünden bir tartışma değildir. Sosyalizm kuramını izleyenler bu tartışmaların birçok örneğini bilirler, örneğin Lenin bu dönemi proleter devrimler çağı sayar. Acaba post-emperyalist topluma mı vardık? Sosyalistler böyle bir toplumda erki ele geçirebilirler mi? Tartışmam bu soyutlama düzeyinde değildir. Dönem kuramıyla ilgili değildir. Bu tartışma sosyalizmin ekonomik modeline de ilişkin değildir. Burada sosyalist bir toplum kurabilir miyiz, toplumda sosyalist bir yapı kurmanın güçlükleri nelerdir [konularında] konuşmak istemiyorum. (Bunların bugünkü tartışmamla ilgili olabileceğini söyledim, ancak bugünkü konuşmamın ekseni sosyalizmin ekonomik modeli nedir, bu gerçekleşebilir mi? değildir.) Sosyalizmin ekonomisiyle ilgili [tartışma] bugünkü konumuzla fazla bir ilgisi yok. Bu, İran’ın siyasal durumu ve İran’daki siyasal güçlerle ilgili bir tartışmadır. Bugün zaferini tartıştığım komünizmi günümüzdeki İran toplumunun siyasal bir gücü olarak nitelendiriyorum. Acaba bu siyasal güç zafere ulaşabilir mi? Dolayısıyla bu zafer temelde siyasal bir zaferdir. Bu noktadan sonra öteki sorular ortaya çıkıyor. [Bu komünizm] zaferini koruyabilir mi? Toplumu nasıl dönüştürebilir vb. Bunları tartışabiliriz. Ancak benim bu seminerde irdelemek istediğim soru İran’ın sürmekte olan gelişmelerinde siyasal bir güç olarak komünizmin erki ele geçirme şansının olup olmadığıdır. Tartışmam bu çerçeveyle sınırlıdır. Daha kuramsal, daha soyut konuları bu tartışmayla ilgili olduğu ölçüde ele alacağım.

Komünizmi ayakta tutmak olnaklı mı sorusunun ekonomik ve yapısal bir yönü olduğu açıktır; bundan kuşku duyulamaz, bu çerçevede ve erki ele geçirdiğinizde iki yıl sonra hala iş başında olacak mısınız biçiminde bir soru ekseninde bu konuyu ele alacağım. Buraya kadar bu konu tartışmamla ilgilidir ancak sınırı da burasıdır. Ayrıca bu tartışmada üzerimize fırlatılan bazı soruları karşılamaya çalışacağım. Soruları ortaya çıkarıp yanıtlamaya çalışacağım, ancak gözden kaçan bir konu olursa veya oturumda bulunanların kuşkuları, soruları olursa ortaya atsınlar: Örneğin, toplumun bu özellikleriyle, hareketin bu durumuyla, bu uluslararası koşullarda bu belirli engelleri komünizm nasıl aşacaktır? Batı’nın bunu kabul etmeyeceği, İslamcı terörizm, sosyalist ekonominin yapısının kuruluşu bize sorulan sorulardandır; bunları yanıtlamaya çalışacağım.

Bütün tartışmanın girişi olarak İran’ın günümüzdeki siyasal durumunu değerlendirerek başlıyorum. İran’da sözünü ettiğimiz gelişmeler hangi niteliktedir? İran’da bir şeyler olduğunu herkes kabul ediyor. Biz [bu gelişmeleri] nasıl yorumluyoruz? [İran’da] ne oluyor? Kanımca İran toplumunda iki bakış açısının İran’da olup biteni yorumlaması karşı karşıya gelmektedir. Bunlardan biri 2 Hordad [Hatemici sözümona reformizm] ve yandaşlarının hareketinin bütününün üzerinde yükseldiği yorumdur: İslam Cumhuriyeti, 20 yıldan sonra, toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel varoluşuyla uyuşmaya, olağan bir devlete dönüşmeye doğru evriliyor ve İran’da bir sivil toplum oluşturuyor; bu da İslam Cumhuriyeti’nin sözcüğün olağan, rutin, gündelik anlamında İran’ın yönetimine dönüşme sürecidir. Bu, 2 Hordadçılar’ın savıdır. Haccariyan’ın savıdır. Çoğunlukçular’ın, Tudehçiler’in, bir anlamda rejimi devirmeyi yadsıyanların savıdır[1]. İran’daki devrimci dönüşümün potansiyelini yadsıyıp şiddet kullanmaksızın ilerlemeli diyorlar. "Şiddetsizlik", İslamcı veya İslamcı-olmayan reformizm rejimi değiştirmenin söz konusu olmadığı, [rejim değişikliği söz konusu] olsa bile bizzat İslam Cumhuriyeti’nin öncüsü olduğu kendi kendini reform etme ve olağan devletin oluşum sürecinin sonunda olacağı, gerçekleşmekte olan sürecin bu olduğu savı çerçevesinde yer alıyor. Bu yolla İslam Cumhuriyeti İran’daki konumuna kavuşturuluyor, uluslararsı ilişkilerde, global ekonomide vb.de yerli yerine oturtuluyor. Rejimi devirmeyi yadsımak isteyenler İslam Cumhuriyeti’nin İran burjuvazisinin yönetimine dönüşmekte olduğu, İran’da kapitalizmin gelişmesinin temeline dayanan siyasal üstyapının ve ekonomik modelinin şu veya bu biçimi alacağı çerçevesine yerleşiyorlar. Bundan dolayı bu kutup İslam Cumhuriyeti’nin bunalımını [rejimin] kanatlarının bunalımı olarak nitelendiriyor. [Rejimin] çıkmazını yönetimin bir kesiminin çıkmazı olarak görüyor. Bu düşünce sisteminde İslam Cumhuriyeti’nin bütünlüğü sorgulanmıyor; bu gelişmeyle uyumsuz kesimi sorgulanıp geriletilmesi gerekiyor. Bu yüzden [siyasal] "tekelcilik", "bütünlükçülük" gibi terimleri yönetimin uyumsuz, geri kalmış kanadını nitelemek için kullanıyor. Bu nitelemeler görünürde İslamcı reformizm bayrağı altında sivil toplumun gelişim sürecini engelleyen ve sorun yaratan [rejimin bir] kesimi için kullanılıyor. Ne var ki rejimin geri kalanı, anayasası bile daha sonra yumuşatılabilecek şeylerdir. Bu kutup İslam Cumhuriyeti’ni değil [rejimin] sağ kanadını bunalımda görüyor. Sağ’ı bu yönetimin çıkmazının sorumlusu görüyor, sağ geri çekilirse işlerin rayına oturacağını sanıyor.

Kanımca bu bakış açısı ulusalcı-İslamcı reformistler ve yönetimdekilerin, 2 Hordadçılar ve rejim yanlısı muhalefetin neredeyse aynı oranda içinde yer aldığı genel bir kutuptur. Bu yüzden bu kutupta, yönetimin içinde ve dışında kalan muhalefet arasında bir akrabalık duygusu bulunuyor. Bu kutup, örneğin Reis Dana’yı İslam Cumhuriyeti’ni reforma uğratma hareketinin bir parçası sayıyor; hepimiz geniş siyasal bir hareketin kesimleriyiz diyor[2]. Bu tarihsel dönemin bu kişilerin çabasıyla İslam Cumhuriyeti’nin ılımlılaştırıldığı, İran’ın ekonomik durumunun düzeldiği yeni bir evreye girdiği [söyleniyor]. Buna karşı varolan bunalımın İslam Cumhuriyeti’nin bütününün bunalımı olduğunu, İslam Cumhuriyeti’nin genelde İran’da gelişen tarihsel süreçle bağdaşmadığını ve devrileceğini söyleyen bakış açısı yer alıyor: Bu bunalım yıkım bunalımıdır; İslam Cumhuriyeti’nin bütününün bunalımıdır. İslam Cumhuriyeti gidicidir. Bu düzenin de kendi temelleri ve öncülleri bulunuyor. İslam Cumhuriyeti’nin İran’da burjuvazinin olağan yönetimine dönüşeceği, bu koşullarda sermaye birikiminin bir döneminin yaşanacağı söz konusu değildir. Durumun gidişi belirli güçlerin bunları devireceği [yönündedir]. Bu bakış açısında siyasal durumun gidişinin İslami rejimin devrileceği yönünde olduğu tartışılıyor. ((İslam Cumhuriyeti)) tarihsel açıdan bir çelişki olmakla kalmıyor üstesinden gelinme süreci tarihsel açıdan başlamış bulunuyor. Durumun gidişi belirli güçlerin bunları devireceği [yönündedir]: Bu benim tartışmamın yer aldığı çerçevedir. Ben bu kampta yer alıyorum ve kanımca burada oturanların çoğu bunun İslam Cumhuriyeti’nin bütününün bunalımı olduğu kampında yer alıyor. İslam Cumhuriyeti tarihsel bir gerçeklikle çelişki içindedir, gitmelidir, gidiş süreci de başlamış bulunuyor. Bu çerçevede komünizmin bu süreçte şansının ne olduğu, bu süreçten nasıl çıkacağı konusuna varıyoruz. İslam Cumhuriyeti’nin bunalımının temellerine, önemli olan güçlere ilişkin birkaç şey söyleyeceğim. Daha sonra bu bunalımlı durum çerçevesinde, siyasal, ekonomik ve kültürel denklemler çerçevesinde alanda olan, savaşan ve erke ulaşmak için mücadele eden güçlere göre komünizmin şansını değerlendirip gereksindiklerini sayacağım.

İslam Cumhuriyeti’nin bunalımın ilk nedeni ekonomidir. İran ekonomisinin sorunu Rafsancani’nin yanlış politikalarından, devletin şu veya bu belirli ekonomik ve siyasal hatasından ya da işletme ve yönetimle ilgili bir eksiklikten kaynaklanmıyor. İran ekonomisi günümüz kapitalist dünyasında uluslararası ölçekte genel sermaye birikimi alanı dışına düşmüş yetmiş milyonluk bir ülkenin ekonomisidir. Hangi ülke bu konuma düşerse ekonomik açıdan felakete uğrar. İşin aslı birilerinin yanlış siyasetleri sonucunda İran ekonomisinin bozulması, yoksulluğun artması veya servet dağılımının düzenlenmesinin gerekliliği değildir. Kapitalizm, büyüyüp varoluşunu sürdürmesinin koşulu olan asgari gönenci sağlayabilmek için kapitalizm olmalıdır. Sistemin sürmesi için sermayenin gereksinimlerini, toplumun teknolojik gereksinimlerini karşılamalı, üretim araçları sahiplerininin karını, toplumun üretici kesiminin geçimini sağlayabilmelidir. İran kapitalizmi ve [genelde] kapitalizm bunu yapmak için global pazarda çalışmalı, uluslararası ölçekte konumuna kavuşmalıdır. İslam Cumhuriyeti ve İslam Cumhuriyeti’nin başında yer aldığı kapitalizmin sermayenin global birikim alanının dışında yer aldığı açıkça görülüyor. Birikim gerçekleştirmediği, hatta büyümediği anlamda değil; küçük ölçülerde büyümesi de söz konusu. Ancak burası sermayenin yerleşip nüfus artışı oranına uygun, halkın beklentileri, toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel gereksinimlerine uygun bir ivmeyle bunları karşılayacağı yer değildir. Çünkü [sermayenin] İran’ın ekonomik açılımı ve gelişimi için buraya yatıracağı sermaye miktarı, yaratması gereken istihdam ve tüketmesi gereken teknoloji yerli sermayenin elde ettiği artık ürünle karşılayamayacağı ölçüdedir. İran’a yatıralacak artıdeğer uluslararası bir işbölümünün parçası olmalıdır. ((İran)) sermayenin ihraç edilebileceği bir yer, bir kaynak olmalıdır. Burada üretilebilmeli; ekonomik büyüme gerçekleştiren ülkelerin bir dönem yapabildikleri gibi. İslam Cumhuriyeti’nin ekonomik büyüme şansı bulunmuyor. Çünkü kendi kaynaklarıyla baş başa kalan soyutlanmış bir kapitalist ekonomi, üstelik teknolojinin oldukça belirleyici olduğu bir dönemde, gelişemez. (Teknoloji büyük miktarda para gerektiriyor. Ekonomik büyüme yüzünü Batı’ya dönmüş kapitalist dünyada sağlam bir konum gerektiriyor.) İslam Cumhuriyeti memleketin ekonomik sorunlarına çözüm öneremiyor. Petrol [fiyatlarının] bu hafta yükselmesi, bir hafta on gün sonra düşmesi kimsenin derdine derman olmaz. Günümüzden beş yıl boyunca petrolun varilini otuz beş dolara satsalar bile yetmiş milyonluk toplumu bununla idare edemezler. Bu yüzden İslam Cumhuriyeti çıkmazda. İslam Cumhuriyeti’nin çıkmazının kökü bu ekonomi, ekonomik bunalım ve ekonomik sorunları çözmede yetersizliğidir. [İslam Cumhuriyeti’nin] ekonomik büyümesi olsaydı, finansal durumu yerinde olsaydı yandaş güçlerini seferber edebildiği, muhaliflerini siyasal açıdan susturabildiği kültürel alanda belli ölçüde kültürel baskıyı koruyabildiği düşünülebilirdi. Ancak bu ekonomi despotizm ve kültürel baskıyı ekonomik sübvansiyon yoluyla topluma dayatmasına izin vermiyor. Suudi Arabistan orta sınıfını veya yabancı işçilerini böyle sessiz tutuyor olabilir. Hukusal durum böyle ama örneğin sağlık ücretsiz; falanca şeyhin niye böyle olduğundan sana ne diyebilir. Seçme hakkından sana ne, kendi işine bak [diyebilir]. Ancak altmış milyon aç insanıyla, kapalı olmayan, dünyada olup biteni bilen toplumuyla İran bu koşullarda varlığını sürdüremez.

Bunalımın ikinci kaynağı, ikinici nokta siyasaldır. Bana kalırsa İran’da siyasal sorun bir kuşak sorunudur. Örgütsel veya bireysel bir sorun değildir. Yönetimden bazı bireylerin rahatsız olduğu anlamında [bir sorun] değil. Kişilerin medeni hakları sorunu, bu yönetime boyun eğmeyen örgütlerin olduğu sorunu değildir. Bir kuşak sorunudur. Bu siyasal çerçeveyi istemeyen yeni bir kuşak var. Bunu istemeyişinin nedeni dünyanın başka türlü olduğunu bilmesinden başka bir siyasal sorundan kaynaklanmıyor. İran’daki yirmi yaşında bir genç Yunanistan, Türkiye, Fransa veya İngiltere’de yaşayan birinden daha yoksun, daha kötü durumda, daha geri olmasının hiçbir nedeni olmadığını biliyor. Bu, internet kuşağıdır. Bu, yirmi birinci yüzyıl kuşağıdır. Bu kuşak boyun eğmiyor. Konu Fedai Çoğunluk Örgütü’nün, Tudeh Partisi’nin, Komala’nın, Komünist-İşçi Partisi’nin, monarşistlerin boyun eğmemesi, demokrasi istemesi değildir. Konu bu kuşağın boyun eğmemesidir. İslam Cumhuriyeti’nin [dayattığı] siyasal yoksunluğa boyun eğmiyor. Bunların [bir başka deyişle rejimin] çıkmazı bundan.

Siyasal örgütlerin özgürlükçülük siyasal taktikleri bu çerçevede geniş bir kapsama ve anlama kavuşuyor. Bence yönetim oy hakkı ve (siyasal sekülerizm anlamında, herkesin, tanım gereği, yurttaş olarak oy hakkı, siyasal faaliyet hakkı, basın özgürlüğü hakkı ve ifade özgürlüğüne sahip olduğu anlamda) sekülerizm sorununu çözmezse halk [yöneticilerin] kellesini koparır, bunu hangi ideolojiyle yaptığı hiç önemli değil. Ya onlar bu kuşağı yenilgiye uğratmalıdırlar veya bu kuşak onları yenilgiye uğratacaktır. Bu kuşağı yenilgiye uğratmak için oluşturacakları baskının boyutları çok geniş olmalıdır. Sizden önceki kuşağı yenilgiye uğrattık bu kuşağa yanıt olmaz. Yaptıysan yapmışsındır, bu beni ilgilendirmez der.

İran’la uğraşıp bu yeni kuşağın siyasetten anladığını deneyimlerseniz bunu görürsünüz: Evim şurada, adresim şöyle, adım şu, bu veya şu devlet dairesinde çalışıyorum veya falanca üniversitede bölüm başkanıyım, lütfen Komünist-İşçi Partisi önderliğinden falanca kişinin beni aramasını söyleyin diyor. Şununla veya bununla konuşmak istiyorum diyor, telefonda bu ne biçim memleket diyor, pislik Hameneyi şöyle böyle yapıyor diyor. Bu yeni kişi bunların [İslam Cumhuriyeti’ninğ] 20 yıl önce, 10-12 yıl önce bölük bölük idam ettiği konusunda bilgisi yok. İdam ettiğini biliyor ancak bunun bir süreçte gerçekleştiğini düşünüyor. Benim gibi sıradan birini nasıl işten, üniversiteden alıp götürürler diye düşünüyordur. Bu ölçekteki fabrikada nasıl böyle bir şey yapabilirler diye düşünüyor. Konuşmayı hakkı sayıyor. Şah dönemiyle arasındaki fark bir ölçüde bu. Şah döneminde yurttaş insandan sayılmazdı. SAVAK ve monarşinin ayakları altında olduğunuzu varsayardınız. Konuşmamanız, bu olaylara karışmamanız gerektiğini biliyordunuz. Günümüzdeki İranlı yurttaş böyle değildir. Yönetim o olmaksızın ayakta kalamaz diye düşünüyor. Irak’la savaştığını düşünüyor. Kurbanlar verdiğini düşünüyor. Siyasal kararların onun elinde olduğunu düşünüyor, yönetimin kendisi de sürekli olarak kamuoyu oluşturmak zorunda kalıyor. Günümüzdeki İran yurttaşı Şah döneminin sindirilmiş kişisi değildir. Rejim ne denli despotik, gerici olursa olsun kişisel onuruna sahip çıkıyor. Bu başka bir atmosfer. Bu kuşak böyle. Eski kuşak hala gizli saklı biçimde fısıldaşıyor; bizim kuşak parmak uçlarında gidip geliyor, bir delikten ötekine süzülüyor. Günümüzdeki gençlerse açık açık rejime karşı slogan atıyorlar, sövüyorlar, konuşuyorlar, Fransa’da yaşadıklarını düşünüyorlar. Kaos çıkarsa ilke gereği Kofi Annan’ın yardımlarına koşacağını düşünüyorlar. Gerçekten böyle düşünüyorlar. Despotizme ilişkin bir görüye sahip değil zira siyasal yenilgiyi tanımıyor. Onu yenilgiye uğratmaları gerekiyor. Bence İslamcılar’ın yirmi yıl önce olduğu gibi ancak tek parça olan, bir hareketin içinden doğan bir yönetim bu kuşakla savaşıp onu yenilgiye uğratabilir. Meşruiyeti kendisi için bile bir sorun olan parçalanmış bir yönetim halka ilk saldırısıyla ve halkın ilk direnişiyle içten parçalanır. Halka saldırılacak olursa bunların çoğu yönetim safından ayrılıp halktan özür diler, biz bu işte yokuz derler. Çünkü bu savaşı yitirdiklerini biliyorlar. Pasdaran ve Besiç’le ayakta, beklenti düzeyi yüksek yetmiş milyonluk bir ülkeyi karşılamaya gidilemez. Bunu biliyorlar. Bu yüzden bu siyasal sorun çözüme kavuşmalıdır.

Şöyle bir soru sorulabilir: İslam Cumhuriyeti bu sorunu yeterli biçimde karşılayabilir mi? Günümüzdeki İranlı bir yurttaşın sahip olması gerektiğini düşündüğü siyasal onuru, eylem özgürlüğünü ve medeni hakları sağlayabilecek, yine de İslam Cumhuriyeti kalabilecek bir rejim olanaklı mı? Ben bu soruya yanıtım olumsuz. İslam Cumhuriyeti medeni özgürlükleri tanırsa bu görece özgür yurttaşların ilk siyasal kararı İslam Cumhuriyeti’ni sonlandırmak olur. Gelin oylama yapalım derler. [Yurttaşlar] da tamam, rejimi devirme yanlılarına oy vereceğiz derler, bir sözünüz mü var? Bu yüzden İslam Cumhuriyeti’nin siyasal yanıtı yok.

Molla Hatemi’nin gelip gülümseyerek, ılımlılıkla, hoş görüyle sorunun üstesinden geleceğini düşünenler bu kuşaksal uçurumu görmüyorlar. Adam 55-56 yaşlarında, defalrca SAVAK tarafından tutuklanmış, İslam Cumhuriyeti’nce işkence görmüş, bastırılmış, arkadaşları idam edilmiş, yaşamdan bezmiş; bu kadar reformun bir çıkış yolu olduğunu düşünüyor. Bu kişinin taktiği aheste aheste gitmektir. [Yalnızca] düne kadar tutuklu olan, yönetimin ayakları altında ezilen, başları ezilen, gösterileri paramiliter motorsikletçilerce saldırıya uğrayan kendisini, kendi örgütü veya partisini görüyor.

Yeni kuşağın şu gelip de dinde yenilik getirecek mollayla yetinmesini kim buyuruyor? 18-35 yaş arası günümüz İran’daki kuşağın ülkülerinin bir mollayla karşılanması gerektiği de nereden çıkıyor? [Yeni kuşak] bunu istemiyor. Televizyonu açtığında Amerika’da, Japonya’da, Fransa’da ne olup bittiğini görüyor; bir allahın kulunun da bundan daha azıyla yetineceğini düşünmüyorum. Halkın bunu bir süreç olarak görmesi, mollaların binlerce cinayet işleyebileceğini bildiğinden yavaşça, ağırca, darbe almadan ilerlememiz gerek diye düşünmesi olanaklıdır. Ancak halka ne istiyorsunuz diye sorulduğunda –işin ilginci ciddi olan gidip bu soruyu halka soran Batlı gazetecilere- bunların gitmesini istiyoruz, bunlardan bezdik, sizlerinki gibi bir yaşam istiyoruz diye yanıt veriliyor. İran’daki insanların evleriyle ilgili gerçekçi haberler bu halkın İslam’la yakından uzaktan ilgisi olmadığını gösteriyor. Bu yönetimi bir iğne ucu kadar bile onaylamıyorlar. On beş yıl önce gibi "evet, İmam Humeyni’yi çok seviyorum; Humeyni işbaşına gelsin diye devrim yaptık" diyen kimseye rastlanmıyor artık. Kimsenin böyle şeyler dediği yok. [Buna karşı] itaatsızlık ederiz, onaylamıyoruz, kardeşim Pink Floyd, biz Pink Floyd dinlemek istiyoruz diyorlar. Bilmem BBC’nin haberini gören var mı? Adam bizim halk Pink Floyd dinliyor diyor. Şu adamla konuşma o "yaramaz". Onunla ne diye söyleşiyorsun, o rejim yanlısı. İnsanlar böyle, hem de açık açık. Bu yüzden demokrasi tartışması bir kuşak tartışmasıdır [diyorum]. İslam Cumhuriyeti kendi anayasasını uygulasın diye yönetimde reform gerçekleştirmek için taktik uygulayan bir, iki kuşak önceki opozisyonun vesikalık boy siyasal örgütü bu kuşağın bu sürece karşı hiçbir taahüdünün bulunmadığını unutuyor. [Bu kuşak] durumun az daha iyileşmesini değil açıkça istediğini istiyor. Soruyu ortaya atanlar opozisyon güçleri değil zaten. Sorun halkın İslam Cumhuriyeti’ne karşı koymasıyla başladı, opozisyon da yeniden hareketlendi. Bu yüzden Fedai Çoğunluk, Tudeh Partisi’nin veya Emekçiler [çetesinin] taktiği boştur, saçmadır, istedikleri her ne olursa olsun[3]. Tam bu yüzden bu düzenin çerçevesinde reform isteyen, yönetimi yumuşatmak isteyen kişiler gericilik kampında yer alıyorlar. Çünkü yurttaşlar başka bir şey istiyorlar ve İslam Cumhuriyeti’ni ve ılımlılaştırılmasını savunmak İslam Cumhuriyeti’ni korumak, evcilleştirilip yerinde tutmak olarak görünüyor; biz bunu istemiyoruz ve bu istememenin kapsamı bundan çok daha geniştir.

Kültürel boyutta toplumun barındırdığı değerler, kendi onuruna, eylem ve yöntemine ilişkin düşüncesi bu yönetimle çelişiyor. Yurttaş kalabalığının değersel düzeneği bu yönetimle çelişiyor. Kişinin kendine ilişkin imgelemi bu yönetimin dayatıp gerçekleştirmek istedğinden farklıdır, kendisini farklı bir varlık sayıyor. Bunun sonucunda insanlar yaşamların perde arkasına, yönetimin elinin ulaşamayacağı bir yere, aile çevrelerine taşımış durumdalar. Yönetimin ulaşamadığı yerde bir başka yaşam sürüyorlar. Bu kadının toplumdaki konumuna benziyor. İslam Cumhuriyeti’nin yasalarındaki kadının konumu İran toplumundaki kadının konumuyla kesinlikle örtüşmemektedir. Kadın, İran toplumunda İslam Cumhuriyeti’nin yasalarında betimlendiği ölçüde ezik değildir. Ailede İslam Cumhuriyeti yasalarında betimlendiği ölçüde yoksun değildir, İslam Cumhuriyeti yasalarında, biçimsel düzlemde haklarından yoksun olduğu kadar siyasal alanda yoksun değildir. Toplum kadını orada ((yukarıda)) sayıyor İslam Cumhuriyeti’yse burada ((aşağıda)). İnsanlar da yaşamlarını sürdürüyorlar. Burada bir uçurum olduğunu biliyoruz diyorlar. İnsanların kendi onurları, değerleri ve kültürel yaşam biçimlerine ilişkin bu düşünceleri İslam Cumhuriyeti’yle çelişmektedir. Bu [çelişkinin] yumuşayacağı da yok. Kanımca ögeleri sayılabilir: Dini olmayan yönetim, modern Batı toplumu bunun modelidir. Bence gidip insanlara nasıl bir yaşam istediklerini betimlemelerini isterseniz yüzde doksanı "Biz tatil için Yunanistan’a, Türkiye’ye gitmiştik; oradaki insanlar gibi yaşamak istiyoruz" diyecektir. "İstediğini giyebilirsin, müzik dinleyebilirsin, sinemaya gidebilirsin, Avrupa ve Amerika gibi" [diyecektir]. Kimse "İyi ki sordunuz, İran’ın Suudi Arabistan gibi olmasını istiyorum!" demez. Kimse böyle bir görüntü sunmaz. Herkes burasının başka türlü olmasını istiyoruz der. Bu gerçek bir çelişkidir. Bu Komünist-İşçi Partisi’nin zihninde uydurduğu bir çelişki değildir. Bu çelişki yirmi yıldır insanların günlük yaşamında, İslam Cumhuriyeti’yle çekişmelerinde bulunuyor. Bütün bunlar yan yana konulduğunda İslam Cumhuriyeti’nin bu çelişkisinin giderlmesinin İslam Cumhuriyeti’nin varlığıyla çatıştığı görülür. İslam Cumhuriyeti varolduğu sürece bu bunalım sürecektir. İslam Cumhuriyeti yerinde durdukça bu bunalım da yerinde duracak. Bu anlamda son bunalımdan söz ettik[4]. Bize çokça "siz çok önceden son bunalımdan konuşuyorsunuz; pek iyi ama ne zaman?" diye soruyorlar. Bence toplum son basamak üzerinde durmakta, ama önünde sonunda bu basamağı da aşması gerekiyor. Bu basamaktan sonra bir basamak yok. Sonraki basamak İslam Cumhuriyeti’nin yokluğudur, yoksa aynı basamakta kalacağız. Son bunalım bu demektir. Bunun siyasal bir durum olduğu, siyasal çözümü bulunduğu, halka kültürel geriliğin dayatılamayacağı demektir. [Bunalımın] ekonomik bir çözümü bulunmuyor, dolayısıyla İslam Cumhuriyeti’nin ekonomik istikrara kavuştuğu, halkınsa İslam Cumhuriyeti’ne boyun eğdiği bir duruma dönmek siyasal bir dönüşüm olmaksızın olanaksızdır. Bu siyasal dönüşüm ya halka gerici bir saldırı biçiminde olmalıdır ve yeni kuşağı da bizim kuşak gibi yenilgiye uğratmalıdır –bu da muazzam bir toplumsal devinim gerektiriyor, yönetiminse böyle bir gücü bulunmuyor- ya da [bu rejim] gitmelidir. Bu anlamda son bunalımdır. Beş yıl daha sürse de İslam Cumhuriyeti’nin son bunalımdır. Hatemi dokuz günde bir önüme bir bunalım çıkartılıyor diyor. Biz de bunu söylüyoruz. Adam dokuz günde bir bunalımın varlığını duyumsamış. Bu, İslam Cumhuriyeti’nin durumudur; kanımca bu süreç sürdürülemez. Konuşabildiğimiz konuysa İslam Cumhuriyeti’nin gidişinin hangi çerçevede gerçekleşeceğidir. Burada dikkatinizi iki kavrama çekmek istiyorum: [Rejimin] yıkılması ve devrim. İslam Cumhuriyeti’ne karşı bir devrim gerçekleşir mi? İslam Cumhuriyeti’ne karşı devrim gerçekleşmezse İslam Cumhuriyeti yıkılmaz mı? Bence günümüzde halkın rejime karşı ayaklanması bir devrim nitelenebilecek ölçüde geniş olabilir artık. Ancak bu olmaksızın bile İslam Cumhuriyeti yıkılabilir kanımca. İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması genel memnuniyetsizlik karşısında olasıdır çünkü burjuvazi "biz bu ağırlığı ne diye sırtımızda taşıyalım?" diye soruyor. "Bırakalım, ondan kurtulalım, halk devrim yapmadan rejimi değiştirelim". Bu olanaklıdır. Halk mücadelesi yönetimin bazı kesimlerine "bu rejimden kurtulalım, yoksa bir 79 [Devrimi] daha gerçekleşir ama bu kez solcular işbaşına gelir" dedirtebilir. "Yönetimin burjuvazide kalmasını istiyorsak darbe yapmalıyız". "Bırakmalıyız, kendimiz gitmeliyiz, [yönetimi] başkalarına devretmeliyiz, temeli genişletmeliyiz". Daha koalisiyonumsu üç İslam Cumhuriyeti hükümetinden sonra yerini başka bir dördüncü şeye bırakabilir. Tersi de olanaklıdır: Bunlar darbe yapınca yönetim dışından birilerinin bunlara karşı karşı-darbe yapabilir. Bunlar darbe yaptıktan altı ay sonra ordu Batı yanlısı sağ lehine bunlara karşı darbe yapabilir. Askersin diye ille de İslam Cumhuriyeti yandaşısın diye tanrı buyruğu yok ya. Halk devrim yapmaksızın bunların gidebileceği bin bir ayrı süreç olasıdır. Bu yüzden bu her iki olasılığın ucu açıktır. Ben halk devrim yapar ve bunları devirir demiyorum. Halk bunları yıkar diyorum. Devrim olursa daha iyidir, çünkü izlenen süreç toplumda çok daha köktenci, çok daha derin biçimde kök salar. Ancak bunları halk yıkar.

Bakış açılarında bu iki kutuptan söz edilebilir. Haccariyan’ın yaklaşımının açılımını kendisine bırakıyorum (salondakilerin gülüşmesi). Ben kendi bakış açımızı açıkladım. 2 Hordadçı bakış da çeşitli yayınlarda mevcut (kitabı çıktı, kitabın beş bölümü çıktı ve kendi yaklaşımını açıklıyor). Karşı bakış açısı da kendi savlarına sahip; bize, size ve İran halkının çoğuna ılımlılaştırılmış bir İslam Cumhuriyeti’nde boyun eğer siyasal faaliyeti bırakırsınız, toplum da olağanlaşır [görüşünü] dayatmak istiyor. Bizse hayır diyoruz. Çok teşekkür ederiz! Biz almayalım bunu! Hiç olmazsa bizim kendi söylediğimizi, İran halkının çoğunluğunun bu çözümü istemiyeceğini kabul edin. Bu iki kutuplu var, bu iki bakış açısı mevcut.

Sözünü ettiğimiz konuda hangi güçlerin bu bunalımdan ve rejimin devrilmesinden yararlanabilecekleri sorusu da var. Çok açık söylersek hangi koşullarda kimler yönetimi ele geçirebilir? Bence şu anda İran toplumunda belirli üç [toplumsal] gücün varlığı söz konusudur. Biri dini reform hareketidir. Bu 2 Hordadçı reformizm kimi zamanda dinsel yenilikçilik diye nitelendiriliyor, ulusal-dinsel hareket diye de adlandırılıyor ve son dönem bazı aktivistleri de tutuklandı. İran’da [yasal] muhaliflerin adı ulusal-dinseldir. Yurtdışında da bizim önümüzü kesmeye çalışanlar bence ulusal-dinsel hareketin parçasıdır. O muhalefet biçimi doğrudur, yönetimin içindekilerin ve yönetimce izinli kesimlerin muhalefeti doğrudur ve bunun dışında hengame yaratanlar ülkeyi karanlığa sürüklüyor diyorlar. Yurt içinde başlayan ve başını Hatemi’nin ve ötekilerin çektiği bu süreç sonucuna ulaşmalıdır; bu ulusalcı-İslamcı hareket toplumda gerçek bir kutbun temsilcisidir. Yalnızca Hatemi’nin gidişine, parlamentonun bozulmasına, güçlerinin dağılmasına ve aşıldığına bakmayın. Bu hareketin başının ve sonunun nerede olduğuna, kimlerin olduğuna bakın. [Örneğin] Feriborz Reis Dana’nın bu hareketin bir parçası olduğunu herkes kabul eder. Bekleyenler, bu dönüşüm projesine bel bağlayanlar bu hareketin parçasıdır. Memleketin yazarlarının, şairlerinin, yazıncılarının büyük bölümü bu hareketin parçasıdır. Bence geleneksel solun bütün örgütleri bu hareketin parçasıdır. Kanımca yalnızca geleneksel soldan Komünistler Ligi ve Fedai Azınlık bu çemberin dışına çıkabilmişlerdir. Geri kalanı bu geleneğin içinde yer alıyor. Boyutlarından bağımsız İşçi Yolu, Fedai Çoğunluk gibi örgütler ve öteki eğilimlerin hepsi İran’ın ulusalcı-İslamcı, monarşi karşıtı ve Batı karşıtı geleneğinin farklı kesimleridirler. Bunlar öteden beri etkindirler, şimdi de öyleler. Birbirleriyle akrabadırlar. Siyasal açıdan yakın duruyorlar. Kendi aralarında alış verişleri var. Birbirlerini kolluyorlar vs.

Bu hareket geniştir. Ancak genişliği ve bütünlüğünü belirleyici bir etmene, yönetime ortak olmaya borçludur. Bu hareketin bazı bölümleri yönetime ortaktır. Bu yüzden öteki hareketlerin sahip olmadığı bazı tribünlere ve olanaklara sahip. Ayrıca toplumun gözünde toplumun reformu ve yumuşatılması hareketi varoldukça bunlar bu hareketin öncüleridirler. Bunlar bir şeyleri değiştirebililiriz vaadında bulunabilen kimselerdir: Örneğin yarın çalışma yasasını değiştiririz veya basın yasasını değiştiririz veya kadınların yurtdışına yolculuk izinlerini çıkartırız. Yarın veya öbür gün için topluma bunlar vaatde bulunabilirler. Toplumda siyasetçi olarak bunlar ortaya çıkıyorlar. Bundan dolayı ulusalcı-İslamcı hareket İslam Cumhuriyeti iş başında olduğu sürece görece "bütünlüklü ve güçlü" bir hareket olarak kalabilir. Ciddi bir ağırlıktır. Bunun yanı sıra Batı’nın diploması anlayışı istemediği yönetimlerin sistem içi, saray muhalefetini güçlendirme temeline dayanıyor; önce yönetim içi, saray muhalefetini güçlendirelim, yönetim dışındakilerle iş yapmayalım [düşüncesine dayanıyor]. Sovyetler’de bunu yaptılar, Libya’da bunu yaptılar, Irak’ta Saddam’ın ikinci oğlunun babasını eleştirdiği öğrenilirse bütün Batı ona kolluk çıkar. Böyledir işte. Çin’de böyledir, Rusya’da böyledir, başka yerlerde de böyledir, sonuçta İran’da da böyledir. İran’da da Batı şimdilik bunları destekliyor. Batı’nın düşünce sistemi pragmatiktir. Yarın kimin durumu Batı yararına değiştireceğine bakıyorlar. Biliyorlardır; bu yüzden yönetim dışında askeri veya sivil gücü ne olursa olsun bir muhalefetin varlığına karşın şimdilik yönetim içi muhalefet atına oynuyor kazanacağını umuyorlar. Bundan dolayı bu koşullar bu [muhalefetin] gündemde olmasına yardım ediyor. Daha sonra üç hareketi açıkladığımda bunların güçlü ve zayıf noktalarını daha geniş kapsamlı, daha belirgin biçimde açıklarım.

Öteki hareket, bence, Batı yanlısı tutucu harekettir. "Takuti", Şahçı, eski rejim yanlısı diye bilinenler. Bu hareketin kapsamı bundan daha geniş. Gerçekte bir anlamda Şahçılar ve Mussadıkçılar belli ölçülerde birlikteler. Mussadıkçılar’ın bir kesimi rejimin yanında yer aldı ama bir kesimi de monarşistlere katıldı. Bahtiyar bunun bir örneğidir[5]. Bahtiyar monarşiden yana duran bir Ulusal Cepheci örneğiydi. Ulusalcı-İslamcı hareketin yanında duracağına monarşinin yanında durdu. Bu tiptekilerin sayısı daha çok. Bunların da sonra sayacağım güçlü ve zayıf birçok yanları bulunuyor. Ancak bunlar İslam Cumhuriyeti’nin ertesine veya yıkılma sürecine ait bir güçler. Bunlar İslam Cumhuriyeti’nin içinde erke yaklaşabilecek bir güç değiller. Bunlar İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması varsayıldığında şansa sahipler. Son olarak da tartışamımızın konusu olan komünizm var. Daha sonra komünizm üzerinde daha fazla duracağım.

Bu [ilk iki] hareketin güçlü ve zayıf yanları konusunda birkaç noktaya değineceğim. Ulusal-İslami hareket İslam Cumhuriyeti varolduğu sürece gündemde olacaktır. Ne kadar yanlış yaparlarsa, kendi ayaklarını kaydırırlarsa, koşulları, fırsatları kaçırırlarsa yine de gündemde kalacaklardır. Çünkü yönetimdeler, yönetim bunalımda, her an yeni bir biçimde deüzenlenip bu delikten çıkabilirler. İslam Cumhuriyeti yıkılrsa bunlar da paramparça olurlar. Artık bir arada durmalarının bir gereği kalmaz. Tarihsel olarak da "bir arada" değillerdi. Bu hareketi Hatemi ve bu hareketin 2 Hordadçı kavrayışı birleştirdi. Daha önce birkaç hiziptiler, bir arada değillerdi. Şu an Hatemi ve reformizm olgusu çevresinde birleşen hareket İslam Cumhuriyeti devrilirse sıfırlanır. Sıfıra, hiçe dönüşmezler, ama parçalanır kendilerini yeniden tanımlamaları gereken örgütlere dönüşürler. Şu anki tutumlarıyla yeni gelişmelere katılamzlar. [Örneğin] günümüzde seküler olmayan, halkın dini inançlarına saygı göstermek gerekir diyen kişi o koşullarda sekülerist kesilir. Çok zor da değil. Şunu söylemeye çalışıyorum: Bu hareket çözüldüğünde görüşleri de değişir, bu çözülmeden farklı örgütler doğar ama bunlar erke katılma şanslarını da yitirirler. Bunların koalisyonu [bir arada oluşları] önemlidir. Bir başlarına hiçbirinin bir önemi yok. Fedai Çoğunluk bu memleketin tarihinde bir başına bir rol üstlenecek değil. Dinsel reform hareketinin bir parçası olarak evet Ancak Halkın Fedaileri Çoğunluk Örgütü olarak İslam Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra olup olmaması arasında bir fark yok. Böylesi koşullarda bunların büyük bölümü Batı yanlısı tutuculara katılır. Son çözümlemede bunlar burjuvaziden yana adım atmalıdırlar; burjuvazinin asal gövdesi onlar [Batıcı tutucular] olunca bunlar da Batılılar’a yaklaşırlar. Bu hareketin güçlü yanı iktidarda yer almasıdır, yasal olmasıdır. Halka erişebiliyorlar. Toplumdaki pasifist ve tutucu ögelere erişebiliyorlar. Ani değişimlerden korkanlar bunlara dönerler. Bunlar iktidarları için halkın korkusundan yararlanırlar. Biz olmazsak, değişim ölçülü ve ağır ağır olmazsa memlekette acaip bir şiddet ortamı doğar, işler karışır, iç savaş çıkar, biz bunların yinelenmesini istemeyiz diyorlar. Bu, uslamlamalarının ana çizgilerinden biridir. Bu kesimin temellerini daha tutucu olanlar, gerçek değişim istemeyenler oluşturuyor. Öte yandan insanların gözünde bunlar despotik yönetimin bir parçasıdırlar. [Rejimi devirme] hareketinin yükseldiği dönemde kolayca renk değiştiremezler; Beşinci, Altıncı, Yedinci veya bilmem kaçıncı dönem parlamentoda vekil, Güvenlik Konseyi üyesi, falan gazetenin yazrı, Devrim Muhafızları üyesi olduğum doğru ama ey ahali, şimdi size katılıyorum diyemezler. Oldukları yerde ((halk)) bunları alıp götürür. Bu yüzden bunların sorunu tarihlerinin sınırlarında dolaşmalarıdır. [Rejimi devirme] hareketi yükselirse gündemdeki kişilerden nefret edilen kişilere dönüşürler ve kaçmak durumunda kalırlar, bu yüzden de çözülüp yok olurlar. Yurtdışındaki rejim yanlısı muhalefetin hala kendini yeniden tanımlama şansı bulunuyor ancak bu olayın esas elebaşları, rejime karşı saldırıyla birlikte siyasal açıdan yerlerinden yurtlartından olurlar.

Pekiyi, ya Batıcılar’ın güçlü yönleri hangileridir? Birincisi, daha geniş tarihsel ölçekte [Batıcılar] siyaset yatağında ana akımlarından biridirler; marjinal bir hareket değiller. İran’da bir çeşit nasyonalizmin temsilcisidirler. İran’da belli türden bir sekülerizm ve bürokratizmin temsilcisiydiler. Bunlar okulları getirenler, yolları yaptıranlar, üniversiteleri açtıranlar, asfalt yaptıranlardır. Toplumu feodal düzenden kapitalist düzene taşıyanlardır. İnsanlar bunlarla ilgili bu konuları anımsıyorlar. Üstelik Batı açısından bunlar siyasetin ana eksenini oluşturuyorlar. Bunlarla ilgili hiçbir marjinal veya sekter yön bulunmamaktadır. Bunlar Batı ve ABD yanlısı, iş dünyası ve bankalar yanlısı örgütlerdir. Öteki ülkelerde bizzat yönetimde olanlar bunlardır. Bunlar Tony Blair ve onun gibilerin sofra arkadaşlarıdırlar. Bu gibilerin İranlı dostlarıdırlar. Bundan dolayı kendi kendilerini alacaklı sayacak güçlü bir yanları bulunuyor. İktidar İslam Cumhuriyeti’nde olmazsa kendilerinde olacağını düşünüyorlar. Nitekim daha önce [iktidar] onların ellerindeydi. Kendilerini siyasetçi, devlet adamı sayıyorlar. Siyaset dünyasında kendilerini junior [dünkü çocuk] değil senior [yetişkin] sayıyorlar. Kendilerinde küçük, marjinal hiçbir yön bulmuyorlar. Toplumları yönetmeleri gerektiğini düşünen bir harekettirler. Batı ve İran burjuvazisi de onlara bu gözle bakmatadır. Batı’nın sağladığı sınırsız destek kaynaklarına erişebiliyorlar ve Batılılar açısında İran’da doğal iktidar partisidirler. İran’ın doğal iktidar partisi bunlardır. Halkın Mücahitleri bütün çabalarına karşın Batı gözünde İran’ın sonraki doğal iktidar partisi olarak görünemedi. Oysa bunlar öyleler. Bunlar İslam Cumhuriyeti yenilgiye uğradığında doğal biçimde gidip "ülkelerini" onlardan geri alacak kişilerdirler. Ellerinin altında çok kaynak bulunuyor. Batı’nın bunlara sağladığı maddi destek sınırsız. Kendi olanakları da bulunuyor. Giderken memleketin parasını da yanlarında götürdüler. Bireyler olarak geniş çaplı olanaklara shiptirler. Yurt içinde ve dışında varsıl burjuvazinin bir kesimi bunların yanında. Bunlar da halka erişebiliyorlar. Bunların medyayala uğraşma, televizyon, gazete açma, medyada ortaya çıkma biçimlerine bakın; düşünceleri CNN’de haber olarak çıkıyor. İdeolojik görüşlei nesnel haber sayılıyor ve BBC’de yayımlanıyor. Halka geniş ölçekte ulaşabilen kişilerdirler. BBC ve İsrail Radyosu bir akşamda bunların siperlerine dönüşebiliyor. Kolayca ve ansızın CNN kollamaya başlar bunları. Bu yüzden halkın kulağına, düşüncesine erişebiliyorlar. Toplumun küçük ama gerçek bir azınlığı bunları destekliyor. Bir başka deyişle yurt içinde toplumsal temelleri bulunuyor ve İran burjuvazisinin bir kesimi bunların yanında, bunlarla birlikte çalışıyor ve bunları kendi yönetimi sayıyor. Devrim öncesi geniş çaplı kültürel üstyapı bunların elindedir. Guguş yurt dışına konser vermeye çıktığında olay görünürde bunlarla ilgili. Milli futbol takımı Amerika’ya gola attığında konu bunlarla ilgili gibi. Aslan ve Güneş, bayrak, kedi resmi vs. sanki tanım gereği bunlarla ilgili[6]. Bu yüzden de [buna bağlı] eğitim ve öğretim ve İran sözcüğü bunların malı gibi. Bu uzun yolda çoktan beridir bulunuyorlar, bizden çok önce siyaset sahnesinin önünde yer almışlar ve bu olanakları çok önceden elde etmişlerdir.

Ama zayıf yönleri hangileridir? Halk bir kez bunları devirdi. İran halkının yaşayan belleğinde "biz bunları bir kez devirdik" anısı hala canlı. Bir zamanlar kimse okul arkadaşıyla konuşamazdı, işçi sendika kuramazdı, gençlerin ayaklarında işkence izleri bulunuyordu; üstelik son günlerinde halka ateş de açtılar. Bir de taç giyen, karşıdan karşıya geçip geri dönen, yol kenarında bizlerin de onu alkışlaması gereken bir adam vardı (salondakilerin gülüşmesi). Halk artık bu durumu kabul etmez. Halkın kolayca eski monarşik-"takuti" (takuti sözcüğünü tırnak içinde kullanıyorum) düzene boyun eğeceğini düşünmek için çok alık olmak gerekir. Bu halk artık o düzeni istemiyor; bu olguyu aştı, tarihsel olarak aştı, bunun için savaştı. Sonucunda İslam Cumhuriyeti’nin geldiğini bir yana bırakalım şimdi; insanlar Şah ve monarşiyle savaşırken İslam Cumhuriyeti’ni düşünmüyorlardı. Şah’ı devirdiler, bunu da anımsıyorlar.

Kimisi [eski rejimi] canlandırmak isteyebilir; bunların sorunu iş başına gelmek değil erki iade etmektir. Ne var ki devrilen erkin iadesi, hele iktidar kitlesel biçimde düşürülmüşse, oldukça güç bir iştir. Devrim bir olguyu düşürmüş ve bunlar onu iade etmek istiyorlar. Bunların yolu o tarihte yeri olmayan, tartışmasını ve platformunu gündeme yeni sokan ve toplumun bir kesimini temsil eden partiden çok daha dolambaçlıdır. Bunlar için monarşiyi canlandırmak bir yana erki iade etmek bile oldukça güçtür. Bunların [siyasal] örgütü yok; gerçekten yok. Toplumun genel zamkıyla bir arada duran bir grup insandırlar. Bu çizginin siyasal-pratik yapısını temsil eden profesyonel partili militanlar örgütünden yoksundurlar. Yaratmaya çalıştılar ama bu ana kadar yapamadılar ve bu yüzden önderleri de olmuyor. Bunların önderi yok. Bir çevre veya kişiliğin bayrağı altına toplanamadılar. Rıza Pehlevi’ye gelip önderleri olması için yalvardılar; o da bir süre nazlandıktan sonra geldi.

Ancak kanımca siyasal önderlikleri monarşiyi yeniden kurma iddasını ortaya atarlarsa şimdiden kaybedecekler. Bunlar Batı yanlısı tutucu haraketi monarşist harekete bağlayarak sola en büyük hizmeti yapıyorlar. "Saltanattan vaz geçtim, monarşi istemiyorum, ben Rıza Pehlevi’yim, babamı biliyorsunuz ama ben babam değilim, o düzeni istemiyorum, kral olmak istemiyorum, Washington’da kurulan ve üye almaya başlayan İran Demokrat Partisi başkanıyım" derse durumu fena olmaz. Ancak "ben Rıza Pehlevi’yim, eski düzeni [monarşiyi] eleştirmiyorum ve kral olmak istiyorum" derse Batı yanlısı tutucu hareketin ayaklarına ağır bir pranga vurulmuş olur; bu zayıf noktalarından biridir. Kral olmak isteyen, eski kralın oğlu Rıza Pehlevi bunların güçlü yönü değil zayıf noktalarıdır. Cumhuriyetçilik geçmişi olan ve Rıza Pehlevi kadar tanınan bir şahsiyetleri olsaydı şansları daha fazla olurdu. Bahtiyar bile yaşıyor olsaydı Rıza Pehlevi’yle olduğundan daha fazla şansları olurdu.

Bu noktalar bunların işini zorlaştıran güçlükler bütünüdür. Ancak değindiğim gibi bunların iş başına gelme yöntemleriyle bizim iş başına gelme biçimimiz farklıdır. Bir boşluk oluştuğu durumda Batı var gücüyle bunlara arka çıkar ve onları iş başına getirmeye çalışır. Bu hareket böyle bir görüngüdür. Bunlar demokratik bir seçimde oy alamazlar. Seçim olmazsa oy alabilirler; darbe üstüne darbe, ortalığın birbirine girmesi durumunda; kendi subaylarından biri darbe yapıp Batı’nın ona arka çıkması ve Kurucular Meclisi için bir gündem belirlenmesi durumunda; toplumun direnen kesimlerini bastırmak, birileriyle anlaşıp bazılarıyla anlaşmamak, ülkeyi yavaş yavaş ele geçirmek; [Batı yanlısı tutucu hareketin] yönetmi böyledir.

Söylediğim gibi ulusalcı-İslamcılar İslam Cumhuriyeti olmaksızın ayakta kalamazlar; bunlar da demokratik bir süreçle iş başına gelemez demokratik bir ortamda iş başında kalamazlar. Bunlar ne devrimle iş başına gelebilirler ne de demokrasiyle. Bunlar darbeyle, halkın sınırlı katılımıyla İslam Cumhuriyeti yıkılmak üzereyken daha fazla şansa sahipler. Erkte boşluk varsa ve halk yapamazsa, solu iktidara taşıyacak bir önderlik yoksa sağ iktidarı ele geçirir. Yine de biz bu iki burjuva hareketiyle, öyle bir son aşama dışında aynı anda karşılaşmayacağız demek istiyorum. Şu anda karşımızda (İran Komünist-İşçi Partisi karşısında), halkın karşısında duran güçlük var gücüyle ayakta durmaya çalışan İslam Cumhuriyeti ve vaat veren, "bekleyin", "rejimi devirmeyin", "reform yapabiliriz" diyen harekettir. Böyle bir durumun yokluğunda burjuvazinin bir sonraki hareketi, ortaya çıkacak bir sonraki burjuva olgu Batı yanlısı tutucu harekettir. [Bunların] demokrasi ve insan haklarından şu anda söz ettikleri ortadadır; İran’da diktatörlük kuracağız diyemedikleri bu ortamda [insan haklarından] söz ediyorlar. Ancak, olsa olsa, Filipin, Mısır ve Türkiye devletleri kadar demokrasi ve insan hakları ilkelerine bağlı kalacaklardır. Bu hareket kendini ıslah ederse onlar [sözü edilen devletler] gibi olacaktır. Aksi durumda deneyim bunların "asarız, keseriz, sermaye sahipleri yardımıyla köleleştiririz" siyaseti güttüklerini göstermektedir.

Halkın Mücahitleri gibilerinin [durumu] nasıl? Kanımca Halkın Mücahitleri ulusal-İslamcı hareketin bir parçası veya deyim yerindeyse "şımarık" çocuğudur. Kuzenlerinin, akrabalarının hoşuna gitmeyen şeyler yapmıştır. Fazlasıyla bencildir. Bunlarla ortak olmaya yanaşmıyor. Kendisi reis olmak istiyor. Cumhurbaşkanını bile atamıştır. Bir kült başlatmıştır. Kendi bildiğini okuyor. Bunların şölenlerine katılmıyor, kendi şölenlerini kutluyor. Yalnızca kendini istiyor, kendini görüyor. Bu yüzden bana kalırsa İşçi Yolu, Tudeh Partisi veya Halkın Fedaileri Çoğunluk’un Mücahit olgusuyla bir sorunu yok; temelde Mücahit’in sekterliğinden dolayı onu onaylamıyor, Mücahit iktidarı ele geçirirse bizi ortak etmez diye kaygılanıyorlar. [Onlara göre] Mücahit Hameneyi gibi bir şeydir, iktidara gelirse onları bir kenara atacaktır. İktidarı onlarla paylaşmayacaktır. Uluslacı-İslamcı hareketin öteki üyeleri iktidarı paylaşırız diyorlar. Özgürlük Hareketi ortam açılır, herkes katılır diyor. Hatemi düşmanlarımızla dost dostlarımızla bilmem ne olalım diyor. Ancak Halkın Mücahitleri iktidara gelirse görünüşe göre kimsenin seçimleri örgütleyeceği olmayacak. [Halkın Mücahitleri’nin] cumhurbaşkanları, peçeleri, ideolojileri var. Başkasının katılımından söz ettikleri yok. Kanımca bu [tutum] ulusalcı-İslamcı hareketi korkutuyor. Üstelik İran-Irak savaşı sırasında Halkın Mücahitleri’nin Saddam’ın yanında yer alması yolunu bu hanedanın ötekilerinden ayırması anlamına geliyor. Mesut Recevi, bana kalırsa, yenilgiye mahkum bir strateji izliyor. Mücahitler Beni Sadr’la ülkeden ayrıldıklarında bugün 2 Hordadçı olan bütün bu beyler Ulusal Direniş konseyi’ne katılmak için sıraya girmişlerdi; Bahman Nirumand, Hanbaba Tahrani bunlara dahil. Mücahit falanjizmi sayesinde bunları yitirdi ve birine "Mücahit" dendiğinde sövgü sayılacak bir konuma yerleşti. Halkın Mücahitleri, bana göre, disiplinli bir hareket olarak bin bir şey yapabilir ancak toplumsal bir hareket değildir ve iktidar şansı fazla bulunmamaktadır.

Öteki iki hareket, ulusalcı-İslamcı ve Batı yanlısı tutucular konusunda konuştum. Bence bugün alanda olan bir başka güç işçi-komünizmidir. Bu anlattığımın ajitasyon veya kendini olduğundan fazla göstermek olmadığını açıklayacağım. Niçin komünizm değil de işçi-komünizmi? Niçin tartışmalarımızda işçi-komünizmi terimini kullanıyoruz? Niçin "sol" değil? Bunun birkaç nedeni var! Niçin örneğin öteki alternatif sol alternatif veya komünizmdir demiyorum? Niçin ısrarla öteki alternatif işçi-komünizmidir diyorum? Birincisi, İran’daki sol anlamında "sol" uluslacı-İslamcı kampta yer alıyor. Sol olarak nitelenen olgu uluslacı(-İslamcı) kampta bulunuyor. Sol denilenlerin listesine bir bakın; nerede durduklarına, neyi savunduklarına göz atın. Ulusalcı-İslamcı hareketin kampında yer aldıklarını görürsünüz. Ufukları büyük ölçüde örtüşüyor. İkincisi, bu solun militan komünistler olarak bizimle epey sorunu olduğunu eklemeliyim. Doğal olarak açıkça bize "militan komünist, sana karşıyım" demiyor. [Bizimle] temel ayrılıklarını, [bizim] rejimi devirmekten yana olduğumuzu söylemeksizin bize "despot", "Pol-Potçu" diyorlar. [Bizim] İslam Cumhuriyeti’ni ağır ağır dönüştürme senaryosuna boyun eğmediğimizi ve kendi gündemimizi izlediğimizi söylemiyorlar. Bu yüzden sözünü ettiğim bu sol toplumda üçüncü güç ve alternatif olarak beliren komünizmin karşısında yer alıyor. Bir sonraki konu komünizmin tarihsel ölçekte tanımlanmış bir hareket olmasına karşı her tarihsel dönemde bir ülkedeki komünist hareketin bir kesimiyle örtüştürülmesidir. Örneğin Ekim Devrimi bağlamında Boşevikler ve Menşevikler’i kapsayacak biçimde "komünistler geldi" denmiyor. Bir noktada Bolşevikler komünist dönüşümün temsilcisi Menşevikler’se Geçici Devrimci Yönetim’in sözcüsü, varolan durumu korumak isteyenler oluyorlar. Her dönemde komünizm bir olguyla örtüştürülüyor. İran tarihinde de bir dönem Tudeh Partisi’yle, sonra Halkın Fedaileri ve gerillacılıkla, kısa bir süre içinde Peykar veya Razmandegan vs. gibi siyasal-örgütsel hareketlerle örtüştürüldü. Her ülkede komünizmin her zaman temel bir yatağı ve çizgisi bulunuyor; bu da o ülkede ((komünist)) opozisyonun öncüsü ve temel gücü sayılan örgütüdür. Bir ülkede genel olarak komünizmden söz edilemez. [Komünizm] üniversitedeki uzmanlar veya tarihçilerin değil genel olarak toplumun göz önünde bulundurduğu harekettir. Bu anlamda komünizmi işçi-komünizmiyle bir tutmak bence geçerlidir. Çünkü günümüzde İran toplumu çerçevesinde komünizm Komünist-İşçi Partisi ve işçi-komünizmini imlemektedir. Komünizm dendiğinde İşçi Yolu, Razmandegan’ın eski çocukları, falanca gazetede kendilerini eski tüfek sayanlar kastedilmiyor. Kastedilen Komünist-İşçi Partisi’dir, gün geçtikçe bu daha da belirginleşmektedir. Halk ve burjuvazi her dönemde komünist terimini belirli bir tanım olarak kullanır. Günümüzde monarşistler komünist derken bizden başka hiçbir kesimi kastetmiyorlar. Sadece bizi imliyorlar. Ötekilere "solcular" diyorlar. Bizeyse "komünistler" diyorlar. Böylece komünizm genel geçer bir soldan çok işçi-komünizmi olgusu ve Komünist-İşçi Partisi’yle daha açık biçimde örtüştürülmeye doğru evrilmektedir. Nitekim örneğin 79 Devrimi’nde Tudeh Partisi’ne artık komünist denmiyordu. Çünkü Halkın Fedaileri, daha sonra da belli ölçülerde Peykar ve Razmandegan komünist sayılıyordu. Birini tutuklayıp hapse attıklarında Tudehçi misin komünist mi diye sorarlardı. Komünist olmak siyasal açıdan belirli bir kavramdır. Söylediğim gibi sol hareket tarihçisinin biri bunlar Troçkizm’in, Rusya yanlısı komünistlerin, Avrupa Komünizmi’nin vs.nin bölümleri ve genel olarak komünist harekettirler diyebilir. Ancak örneğin Fransa’da belli bir uğrakta komünizm Fransa Komünist Partisi’yle örtüştürülür; komünistler iktidara geldi dendiğinde otomatik olarak Fransa Komünist Partisi iktidara geldi kastediliyordur ve falanca troçkist örgütünün de iktidara gelmesi beklenmiyordur.

Bu durum, özellikle son yıllarda, İran’da gelişmektedir. Komünizm Komünist-İşçi Partisi’yle bağdaştırılmaktadır. Bir anlamda, kuramsal açıdan da Komünist-İşçi Partisi komünizmin öncüsü durumuna gelmiştir: Bir düşünce, bir alternatif ve bir toplum anlamında. Bizim dışımızda kimse komünist toplum kurulmalıdır demiyor. Hiçbir harteketin propagandasında sosyalist ve komünist toplum kurulmalıdır denmiyor; bu çizgiyle Komünist-İşçi Partisi bağdaştırılıyor. Pekiyi, sözünü ettiğim işçi-komünizmi sözcüğün en genel anlamıyla Komünist-İşçi Partisi’yle aynı mı? Kanımca böyle değildir. Ulusalcı-İslamcı, Batı yanlısı sağa karşı kullandığım işçi komünizmi Komünist-İşçi Partisi’nden daha geniş bir görüngüdür. Aynı çizgidir ancak daha geniş kapsamlıdır. Reformist muhalefetin şemsiyesinin altına girmeyen bütün işçi konseyci, işçi genel oturumcu ve işçi muhalefetini bu hareketin içine yerleştiriyorum. Belirli bir kişi kendisini anarşist bile sayabilir. Ancak bu pek önemli değildir. Önemli olan toplumun siyasal sahnesinde bu iki kampın sloganlarının, işçi hareketinin, konsey hareketinin, genel oturum hareketlerinin, pratikteki önderlerin ve toplumda izledikleri yolun opozisyondaki hangi siyasal partiyle örtüştüğüdür. İşçi hareketinde örneğin sendikalist, Tudeh Partisi veya Fedai Çoğunluk yanlısı işçiler egemen duruma gelirse bu harekete Tudehçi demezseniz bile onların yanına yerleştirebilirsiniz; aralarında fiziksel-örgütsel ilişki gösteremezseniz bile yine de bu sendikalist hareket, şu Tudehçi harekettir diyebilirsiniz. Bu yüzden bana göre ulusalcı-İslamcı önderliğin şemsiyesi altına yerleşmeyen konsey hareketi ve kitlesel işçi direnişleri bu işçi-komünizmi hareketinin bir parçasıdır. Ayrıca Komünist-İşçi Partisi’nin bir çekim merkezi, bir eksen olduğunu kabul eden ama çeşitli nedenlerden dolayı Parti’ye katılmayan çok sayıda çevre, topluluk ve örgüt kurulabilir. Bazen [Parti’yle ve birbirleriyle] ilişkileri olmayan, farklı kentlerde oluşan, belirli bir etkinlik alanları olan, [Parti’yle] ayrılıkları olduğunu varsayan, Parti görüşlerini yüzde yüz onaylamıyan ve sonuçta Komünist-İşçi Partisi üzerinde bir baskı grubu gibi çalışan, Parti tarafından yönlendirilen, Komünist-İşçi Partisi çevresinde örgütlenmenin gerekli olduğunu düşünen sol çevre ve ağların bir kümesi oluşabilir. Bunlar işçi-komünizmi hareketinin genel kesimini oluşturabilirler.

Bu hareketin güçlü yönleri ve zaaflarını da sıralamak istiyorum. Ötekilerinkini saydım, şimdi de işçi-komünizmi hareketinin güçlü ve zayıf yönlerini dile getirmek istiyorum. Kanımca bu hareketin en güçlü yönü sözünü ettiğim kuşağın isteklerini ve dileklerini eksiksiz biçimde temsil etmesidir. Bir süreliğine komünistlerin komünist olduklarını, ABD’nin onlara düşman olduğunu ve iktidara gelişlerini engellemeye çalıştığını bir yana bırakın. Partimizin adının Turuncu Parti olduğunu varsayın. İran Yeşiller Partisi, Kırmızılar Partisi, Allar Partisi, Özgür İranlılar Partisi vs. gibi bir adı olduğunu düşünün. Sonra da bu partiyi propagandasıyla, istediği toplumla, bu yönde yaptığı çalışmalarla öteki partilerle karşılaştırıp halkın isteklerinin hangisiyle örtüştüğüne bakın. [Halkın] sekülerizminin bu partiyle olduğunu görürsünüz. [Halkın gözünde] bu [parti] ötekilerden daha sekülerdir; dinin kökünü bu ülkede bir tek bu hareket kurutmak istiyor, bu da bu kuşağın temel ülkülerinden biridir. Kadın erkek eşitliği, ücretli işin ortadan kaldırılması ve insanların ekonomik yönden eşit oldukları bir toplum. Emekçi, işçi sınıflara mikrofonu uzatıp "sağlık sigortası olmalı, ekmek kazanmayı piyasadan kurtarmak gerek, herkese çalışabilmeli ve gereksinimlerini karşılayabilmeli diyen bir parti var, sen ne düşünüyorsun?" sorarsanız "ben de bunları diliyorum" der.

Güzel konuşuyorsunuz ancak ne yazık ki bu gerçekleşemez açıklaması siz halkın yüreğindekileri dile getiriyorsunuz ancak bunu uygulayacak gücün varolduğuna inanmıyoruz demektir. Yoksa biz onların dilediklerini dile getiriyoruz. Modernizm, sekülerizm, kadın erkek eşitliği, ayrımcılıkla mücadele, kayıtsız, koşulsuz siyasal özgürlük, ücretli işin ortadan kaldırılması, ekonomik eşitlik ve toplumsal gönenç; bunları yan yana koyduğumuzda bu kuşağın ve varlığını sürdürebilmek için çalışıp emek harcayan halkın yüzde doksanını temsil ettiğimiz görülür. Bu bizim güçlü yönümüzdür. Bütün ötekiler halkın isteklerine karşı şeyleri halka satmaya çalışıyor. Monarşistler saltanatı satmaya çalışıyor sonra da serbest piyasayı. Yarından itibaren sizleri emek istem sunumu pazarında bırkıyorumu açıklaması gerekiyor. İktidara geldikten sonra piyasaya çıkıp iş aramanız gerekecektir. Ayrıca şu gördüğünüz beyefendi de başınıza kral olacak. Halkın onaylaması için ısrar etmeleri gereken şeyler halkın ülküleri arasında yer almıyor. Kimsenin sabahleyin kalkıp "Ne güzel bir gün, keşke bir kralımız olsaydı, ben de kentte iş arasaydım!" dediğini sanmıyorum (salondakilerin gülüşmesi). Böyle şeyler halkın isteklerini oluşturmuyor. Bütün bu küme o sözde güzel meyvenin koşulları, gerekleri ve acılığı adıyla halka yedirilmesi gerekecektir. Kardeşim sen kralı kabul et, karşılığında o da Amerika’yı getirip yatırım yaptıracak deniyor. Siz serbest piyasayı kabul edin karşılığında biz de bir kısmını açlıktan ölmemeniz için işsizlik sigortası olarak sizlere geri veririz. Ancak bu parti böyle değildir. Bu parti, insanların yüreğinin söylediklerini dile getiriyor. Halkın hesaplarının daha sonra insanları neye zorlayacağı başka bir tartışmadır ancak içten içe bunları istediklerinden kuşku duymamak gerekir. Komünizmin bu süreci olumsuz etkileyip etkilemediği, bununla ne yapacağımız konusuna geliyoruz. Partimizin adı İran Partisi olsa ve Komünist-İşçi Partisi programı ve bakışına sahip olsaydı şimdiye değin epey genişlerdi. Herkesin "evet, İran Partisi doğru söylüyor, biz de aynı şeyleri istiyoruz" demesi anlamında. Kimse siz iktidara gelemezsiniz demezdi. Şu anda komünizmi komünist olan ama iktidara gelemeyen bir şey olarak tanıyorlar. İngilizler ve Ruslar’dan beri komünistlerin iktidara gelmesine müsaade edilmiyor, Amerika da istemiyor veya bugüne kadar nerede gerçekleşti gibi sözler komünist olduğumuz öğrenildiğinde bize söylenen sözlerdendir. Liberal olduğumuzu söylersek bunların hiçbirini sormaz ve oturup ne dediğimizi, ne yapmak istediğimizi tartmaya koyulurlar.

Bu hareket ne reform için var ne de erki [monarşiye] iade etmik için, ilginç olan nokta da bu. Nefret edilen bir şeyi ıslah etmek için ortaya çıkmış değil bir şeyi de korumayacaktır, halkın daha önce çöpe attığı bir şeyi de yeniden kurmak için değil. Yeni bir şeydir ve bence insanlar bunu açıkça ayrımsıyorlar. Bu hareket potansiyel olarak ve eski geleneklerinden dolayı hem örgütlüdür hem de önderlik sağlayabilir. Bu bizim hareketimizin monarşistlere, Batıcı sağcılar ve ulusalcı-İslamcılar’a karşı güçlü yönlerinden biridir –İslamcılar’ın Hatemi’si var. Ancak söylendiği gibi [Hatemi’yi] yitirirlerse yas tutacaklardır. Hatemi olmaksızın on beş basamak gerileyeceklerdir. Bana göre sahnenin ortasında yer alan Komünist-İşçi Partisi bu hareketi örgütleme ve önderliğini sağlama şansına sahiptir. Daha sonra ele alacağım Komünist-İşçi Partisi’nin varlığı bu hareketin sermayelerinden biridir. İran’ın siyasal savaşımın ekseninde yer alacak işçi komünizmi yönü en belirgin ve en açık biçimde yöneltilmişi olabilir, çizgisi en açık en planlı hareket eden [siyasal harekete] dönüşebilir. Bir önemli nokta daha şu ki bu süreç ne denli devrimcileşirse, dönüşümler ne denli hızlanırsa bizim şansımızın da artacağıdır. İnsanlar siyasal faaliyetlere katıldıkça biz öteki hareketlere göre güçleniriz, şansımız açılır. Bu süreç sınırlandıkça ve insanlar siyaset sahnesinin dışında kaldıça ötekilerin şansı artar. (Daha sonra bu çerçevede şansımızdan da söz edeceğim.) Ancak süreç devrimcileştikçe, militanlaştıkça, birlik artıp insanlar istemedikçe, siyasal ortam radikalleştikçe insanların alanda olmasında ve sürecin radikalleşmesinde çıkarları bulunmayan hareketlere göre bizim erki ele geçirme şansımız artacaktır. Bu bizim güçlü yönlerimizden biridir. Çünkü ben sürecin radikalleşeceğini, halkın siyaset sahnesine katılacağını ve ileride daha geniş ölçekli bir hareketin ortaya çıkacağını varsayıyorum.

Bir sonraki nokta bu devrimci sürecin bizim ufkumuzu daha yaygınlaştıracağıdır. Durum radikalleştikçe radikal kuramın, radikal programın etkisi artar. Radikal önderler halk tarafından daha çok özümsenir. Bunun sonucunda halk direnişiyle örtüşeceğiz. Gidişin radikal eylemlerin yaygınlaşması yönünde olduğunu görürsek güç dengelerinin işçi komünizmi lehine değişeceğini söyleyebiliriz. İki koşulada, bana göre, bizim erki ele geçirme şansımız ötekilerden daha fazladır. Biri demokratik ortam ve seçimlerde öteki de devrimci koşullardadır. Bu her iki durumda biz erki ele geçiririz. Bu her iki durumda işçi komünizmi iktidara gelir. İktidara gelmek için öncelikle varolmamız gerektiği varsayımını daha sonra ele alacağım. Bu gücün [işçi komünizminin] İslam Cumhuriyeti olmayan bir ülkenin seçimlerine vardığını düşünelim. Demokratik bir seçim sürecinde, böyle bir şeyi İran’da olacaksa, biz iktidara geliriz. Bence Komünist-İşçi Partisi seçim sandıklarına özgürce giden insanların en yüksek oyunu alacaktır. Monarşistlerin böyle bir şansları olduğunu düşünmüyorum. Seçimlerin onların işine geldiğini, yalnızca devrimin bizim lehimize olduğunu düşünmek yanlıştır. Seçimler de bizim lehimize olacaktır. İşte bu yüzden onları zorlamadıkça [monarşistler ve sağ güçlerin] seçime yanaşmayacaklarını düşünüyorum. Özgür bir parlamento kuruluş sürecinde, farklı bölgelerde aday belirleyip halkın oyunu sayma sürecinde Komünist-İşçi Partisi ülkenin en büyük partisi olarak parlamentoya girecektir. Çoğunluk olmayabilir ama üç aylık açık siyasal faaliyetin izin verildiği bir süreçte ülkenin en büyük siyasal partisi olacaktır. Bu konuyu tartışabiliriz. Ancak bence [olası] bir seçim süreci bizi iktidara taşıyacaktır. Bu ülkenin deneyimlediği gerçekten dolayı seçim süreci bu gerçekliğin eleştirisini iktidara taşıyacaktır. Komünizmimizin öteki komünizmlerden farkları üzerine daha sonra konuşacağım. Bizim halkla olan ilişkimizin, günümüze değinki sol geleneğin tersine, açık, anlaşılır ve kavranabilir bir ilişki olması da cabası. Biz yeni bir komünizm konusunda konuşuyoruz. Bence devrim de bizi iktidara taşıyacaktır. Gerek demokratik gerek devrimci süreç bizim şansımızı ve gücümüzü artıracaktır demek istiyorum. Ancak komplo durumunda, perde arkası oyunlar ve işbirlikçilik süreçlerinde, darbe ve karşı darbe durumunda şansımız herkesten daha azdır. İslam Cumhuriyeti bir dizi darbe ve karşı darbeyle değişecek olursa biz yine kendimizi opozisyonda buluruz. Ancak insanlar sahneye çıkıp devrim yapacak olurlarsa şansımız epey fazladır. Seçim olursa şansımız fazladır. Seçimlerin ertesinde darbelerin de ortaya çıkacağına geleceğim. Seçimle iş başına gelirsek darbe yapacaklarını düşünmeliyiz. Bunu şu an irdelemeyeceğim ama seçimler sürecinde komünistlerin iktidara gelme şansı [öteki hareketlere göre] en fazladır.

Etkinliğimizin, bu üçüncü hareketin, işçi komünizminin faaliyetinin olumsuz noktaları hangileridir? Kanımca kaynak eksikliği en büyük engellerimizden biridir. Sözünü ettiğim öteki iki hareketten biri devlet kaynaklarını, öteki de bütün öteki devletlerin kaynaklarını elinde bulunduruyor. Bu yüzden kendi kaynaklarımızı yaratma görevi bize düşmektedir. Uluslararası desteğin yokluğu: Öteki her iki hareketin uluslararası düzeyde güçlü yandaşları bulunmaktadır. Komünist-İşçi Partisi ve İran’da komünizm, siyasal erke yaklaşmadıkça, bence hiçbir düzeyde bu uluslararası desteğe sahip olamayacaktır. Batı’nın bize karşı düşmanlığı: Batı’nın işçi komünizmine karşı düşmanlığı oyunu değiştirebilen etmenlerden biridir. Yalnızca Batı’nın doğrudan eyleme kalkışması anlamında değil Batı’nın bu ülkede komünist bir yönetimi onaylamayacağı görüntüsünü vermesi ve insanların bu yüzden evlerinde kalması, hesap yapıp "((Batı)) istemeyecektir, iktidara geldiğinde karşılaşacağımız ilk şey çocuk parkına atılacak Kruz füzeleri olan bir partiyi destekleyecek kadar deli değiliz" demeleri anlamında; "Bunu niye yapalım? Ülkeyi ne diye Amerika’yla karşı karşıya getirelim? ABD yanlılarına oy verelim de bitirsinler bu işi!" [demeleri anlamında]. Bu yüzden Batı’nın bize karşı düşmanlığı, yalnızca bizzat bu düşmanlık değil Batı’nın bize karşı oluşunun görüntüsü ve "Batı bunları kabul etmeyecektir" [zihniyetinin] halkın bilincinin ve hesaplamalarının bir parçasına dönüşmesi işçi komünizmi yolu üzerinde önemli bir engeldir. Kimse kendi kendini böyle büyük bir çıkmaza sürüklemez. "Affedersiniz arkadaşlar, ama ben ((Batı’nın)) gösterdiği şu bey için oy kullanmaya gidiyorum" diyeceklerdir. Bence Sovyetler bize bunu gösterdi, Rusya’daki gelişmeler bunu gösterdi. Biz Batı medyasının saldırısına uğrayıp büyük ölçüde çarpıtılacağızdır. İran’da komünist hareketin Batı burjuva medyasının barbarca, çirkin saldırısına uğrayacağını varsaymalıyız; [hele] CNN ve BBC’nin dudak uçurtan yalanlarına bakılırsa. Dün Guardien gazetesi Lenin ahmak miydi yoksa despot muydu diye bir yazı yayımladı. Bunlardan başka bir seçenek yok! Ya ahmakmış veya despot! Ya deliymiş ya da despot, başka bir durum söz konusu değil [mi]? Bir işçi devrimi önderi olduğu, özgürlük getirip yanı başlarındaki Finlandiya’nın ((bağımsızlığını)) tanıdığı, Rusya’nın kolonilerinden vaz geçtiği, kadın haklarını gerçekleştirdiği ve o ülkede işçilerin belli ölçüde ekonomik güvence elde ettikleri onlar için söz konusu değil. Dediklerine göre ahmak, deli olan bu adamın kitap sayısının bütün burjuva önderlerinin yazdıklarının toplamından fazla olduğu, zamanında bizzat burjuva önderlerinin iktidardaki Bolşevik komiserlerinin kendi aralarında yazdıklarının bir kütüphaneyi doldurduğunu söyledikleri onlar için söz konusu değil. Şimdilerde Lenin’in ya deli, ya ebleh ya da despot olduğunu söylüyorlar! Oysa Lenin despot değildi. Lenin iş başında olduğu sürede hiçbir nihai karar yalnızca Lenin tarafından alınmış değil. Lenin’in ölümünden sonra ancak sovyetler despotikleşmeye başladı. Batı medyasının ürettiği görüntü işte bu [ahmak veya despot Lenin] görüntüsüdür. Bize daha beterini yapacaklardır. Küba’ya ne yaptıklarına bir bakın! Kastro’nun Batı medyasındaki görüntüsüne bakın bir: "Küba diktatörü Kastro bugün ayrıca şunları söyledi..." Tamam da Küba diktatörünün Kastro’yla ne ilgisi var? O da bütün dünyada olduğu gibi seçilmiştir ve işini yapmaktadır. Haberini ne diye çarpıtıyorsun? İşte bunu bize yapmaları da olanaklı. Büyük olasılıkla Batı medyası bu harekete saldıracaktır, bu da yolumuz üzerinde önemli bir engeldir: Genel olarak komünizme karşı Soğuk Savaş propagandası, bir başka deyişle Sovyetler ve Çin deneyimlerini komünistlerin hesabına yazmak, sosyalizme karşı karalama hareketi hareketimizin önündeki engellerdendir.

İşçi komünizminin önemli sorunlarından biri benim "juniorizm" diye adlandırdığım ruh halidir: Kendilerini toplumun küçük ortağı kabul eden, toplumu yönlendirebileceklerini düşünemeyen kişilerin ruh hali. Bence komünizm, özellikle asla opozisyonun ana hareketine dönüşememiş ve iktidara oynamamış İran gibi bir ülkede kendisine bir baskı grubu biçiminde bakmaya alışmıştır: Hak ve hakikat bayrağını eline alıp ilerleme, kurşun yiyip düşme baskı grubu. Solun kendisine ilişkin imgesi toplumun üst düzey siyasetçilerinden oluşan bir grup biçiminde değildir; erki ele geçirmek isteyen, toplumu yönetecek, eğitim ve öğretimi örgütleyecek, ekonomiyi düzenleyecek canlı bir toplumsal hareket olduğu imgesine sahip değildir. Kendisini bu işi yapmaları için başkalarına baskı yapması gereken bir güç olarak düşünüyor. Bence kendini böyle küçük ve hakir görmek solun erki ele geçirmesi yolu üzerindeki belki de en büyük engeldir. Kanımca gerek erki ele geçirmek için çağrıda bulunmak, gerek iktidarı korumak için ilk engel bizzat bu safın içinden çıkacaktır. Bunu yapmayalım, ne diye erke dönük kalkış yapıyoruz, erki ele geçirebilecek miyiz, nasıl koruyacağız, erki işçi "sınıfı" ele geçirmeyecek mi gibi sözler sarf ediyorlar. Bütün bunlar mazeret. Adam yüzmesini bilmiyor, bugün suya girmeyeceğim demek için bin bir bahane uyduruyor (salondakilerin gülüşmesi). Mayosunu getirmemiş, üşütmüş, zamanı değilmiş, başkalarını sollayıp onları incitmek istemiyormuş vs! Çeşitli gerekçelerle bu işe yeltenmiyor.

Bunlar incelendiğinde arkasında erki "konseyler" ele geçirmeli, Rusya’da bunu konseyler değil Bolşevikler yaptı, Parti değil "sınıf" devrim yapmalı (bizim formülasyonumuzda da devrimi Parti yapar denmiyor) kuramlarının yer aldığı görülür. Siyasal erke yönelme diyen formüller bu junior hareketin toplumun siyaset havuzundan korkusunu gösteriyor. [Bu sol] bu işin adamı değil. Oysa siz üç tane kültür müdürünü yan yana getirip bir siyasal parti oluşturun hemen iktidarı ele geçirme isteğinin oluştuğunu görürsünüz. Derhal bakan olmaları gerektiğini düşünürler. Hemen toplumsal programlarını duyururlar. Kendini hor görmek, toplumun marjinlerine ait olmak, İran’da solun bu tarihsel marjinalliği ve yol açtığı zihniyet ve psikoloji kanımca en büyük engellerden biridir. Bence solun yenilgiye uğraması sözünü ettiğim başka hiçbir etmenden değil de bu etmenden kaynaklanacaktır: Tasarısını gerçekleştirmeye yanaşmamasından kaynaklanacaktır; bu da bu hareketin önündeki en büyük engeldir. 2 Hordadçılar böyle bir güçlükle karşı karşıya değiller. Dünyayı kurtarmak istiyorlar! Adam evinin yolunu bulamıyor uygarlıklar arası diyalog gerçekleştirmek istiyor (salondakilerin gülüşmesi). Ciddi söylüyorum! Artık basın konusunda konuşma demişler ona. Beş aydır ne yaptığını bilmiyor. Uygarlıklar arası diyalogla George Sores’i uslandıracaktı, Bill Gates’i yönlendirecek ve ABD’ye sisteminiz iyi değil diyecekti hesapta! Lafazanlığını bir an için bile bırakmıyor, kimsenin de onu alaya aldığı yok. Ancak siz ve ben komünistler siyasal erki ele geçirsin dediğimizde bin bir delikten ortaya çıkıp "Bakın! İşte Blanquistler! Bu ne hayalcilik! Bu ne kendini beğenmişlik!" diye sızlanmaya başlıyorlar. Oysa düne kadar dini bir kütüphane sorumlusu olan Hatemi’nin uygarlıklar arası diyaloguna kimsenin söyleyecek sözü yok. Bay Hatemi uygarlıklar arası diyalog yapabilir ancak o memlekette doğup büyüyen ve o uğrakta büyük olasılıkla toplumun önde gelenlerinden yüz binini örgütleyen sizler o memleketi yönetemezsiniz. Komünist-İşçi Partisi ve komünist hareketteki bu aynı kişilerin özgür koşullarda bir iş ilanına başvuracak olurlarsa toplumu yönetme becerilerinin bu bakan ve temsilcilerden çok daha fazla olduğunu düşünmüyorlar. Oysa yönetimde kalabilmek için [komünistleri] kılıçtan geçirmeleri gerekmiştir. Bizzat bu [komünist] hareket de bunu kabul etmeye yanaşmıyor. Bence bu Stalin sonrası suçun baskısıdır. Stalin gelip bir şeyler yapmış, ABD ve solcuların yardımıyla solu felce uğratan bir suçluluk duygusu yaratmışlardır. Stalin’den bize ne? Ben Hitler’in yaptıklarının hesabını Beni Sadr’in hesabını mı yazdım da sen Stalin’i benim haneme yazıyorsun? (Karşılaştırmaları gerçekte olanaksızdır). Senin Stalin’in vardı bunun da Hitler’i. Dünyanın seksen ayrı ülkesinde darbe yapan biri bunları söyleyemez. İnsanların üzerine atom bombası atıp Hiroşima ve Nagazaki’de ilkokul çocuklarını katleden "Stalin tartışması" başlatmamlı. En kötü olasılıkla ben de sizler gibiyim. Nedense kimse bu güne dek gidip nasyonalist bir partinin yakasına yapışmış, çoğulculuğa boyun eğeceğinizi nereden bileceğiz demiş değil. Sola gelince bunu yapıyorlar, sol da aval aval bakmakla yetiniyor. Bizaat biz İran’da siyasal erk iddiasında bulunan ilk siyasal parti olarak –üstelik daha bu işin uzağındayken- en büyük saldırılara ve aşağılamalara maruz kaldık. Maruz kaldık çünkü iktidardan söz etme cesaretinde bulunduk. Çünkü parti ve devlet arası ilişkiden vs.den söz etme cesaretinde bulunduk. Bütün bunlar bence solun mayasını oluşturan Menşevik ekonomizm ve Stalin sonrası suçluluk duygusudur. İşçi komünizmi erki ele geçirmek istiyorsa öncelikle bunu kendisi istemelidir. Bence yolumuzdaki en önemli engel budur.

Bir sonraki nokta, bir sonraki güçlük, görece olarak gelişmemiş işçi hareketidir. Bu önemli bir zaaf. Komünizm, işçi sınıfının örgütlenme ve toplumsal direnişin ilk biçimlerini bile oluşturamamış bir ülkede iktidara gelmek istiyor. [Örneğin] Latin Amerika’ya giderseniz işçi önderlerinin belediye başkanları veya milletvekilleri kadar tanınmış olduklarını görürsünüz. Falanca işçi sendikası veya birliğinin başkanının toplumun tanınmış simalarından olduğunu [görürsünüz]. İran’daysa işçi imgesi duvarımızı ördürmeye getirdiğimiz adam imgesidir. Bir iş için getirilen, işini yapıp ücretini alan işçi [imgesidir]. İşçi henüz İran toplumunda ekonomik, siyasal tartışmaların, demokrasi ve sivil özgürlükler tartışmasının bir ayağı olarak önderleri, temsilcileri ve örgütleriyle yerini alabilmiş değil. Latin Amerika’ysa hep bu durumun [tersi] bir konumda. Sol parti işçi sendikalarına yaklaşır, önderleri tartışıp sol partiye oy vermeye ve yardım etmeye karar verilir. İran’daysa işçi münferittir, atomizedir. Sınıfsal mücadelenin yapılarına sahip değil ve direniş hareketini örgütleyememiştir. Bu yüzden komünistlerin önünde derin bir hendek açılmış oluyor. Temel önemde bir hareket yapmak için ortaya çıkıyorsun adına hareket edilen veya temsil edilen sınıfın hangi çapta alanda olduğunu bilemediğini ayrımsıyorsun. Kısa süreliğine ortaya çıkıyorlar. Öğretmenler, öğrenciler, kadınlar genel olarak uzun süreli direniş hareketlerine sahip olabiliyorlar; aydınlar ve özellikle edebiyatçılar da öyle. Ancak işçinin böyle bir şansı, siyaset sahnesinde iki, üç yıl dolaşacak eylem özgürlüğü bulunmuyor. [Mücadele] sürecini iki, üç ay içinde bir sonuca bağlamak durumundadır. Bu iki, üç aylık süreç dışında işçiyi bu hareketin etkin, canlı destekleyici gücü olarak göremiyoruz. Üç aylık sürede görüyoruz, kendiliğinden ayaklanmaların gerçekleşip konseylerin oluştuğu, yumrukların sıkılıp konuşmaların yapıldığı genel işçi oturumları bu üç aylık sürelerde hepimiz görmüşüzdür. Ancak bu üç aylardan erki ele geçirmeye çok yol var. Bu solu destekleyecek bilinçli, örgütlü bir işçi hareketinin yokluğunda [işçi komünizmi] hareketi ne yapabilir? [Örneğin] İngiltere’de sendikal hareket hangi partinin yandaşı olduğunu kolayca söyleyebiliyor. Söylüyor da. Ey ahali gidip Komünist Parti’ye veya İşçi Partisi’ne oy verin diyor. İşçi hareketinin marjinal soldan edindiği ilk önemli özellik kendisini apolitik saymasıdır. Bu yüzden sahneye çıksa bile siyasal erki ele geçirmek isteyen bu hareketin yedek ordusuna, deyim yerindeyse dayanaklarından birine dönüşemiyor.

Üzerinde durulması gereken olumlu noktalar toplumda yer etmiş iki temel dayanaktır. Bunlardan biri sekülerizm sorunudur. Bence İslam Cumhuriyeti’nin yerini alacak hareket her ne olursa olsun seküler olmak zorundadır. Din karşıtı olmak zorundadır. Seküler olması yetmez, din karşıtı olmalıdır. Dine karşı bir hareket dalgasıyla karşı karşıyayız ve bu hareket ilerledikçe genişlemektedir. Yarın mollaları yakalayıp şu hocayı görüyor musunuz, kendi elleriyle on sekiz kişiyi öldürdü diyeceklerdir. O zaman köylerde namaz kılan az sayıdaki kişiden bile birçoğunun namazı bırakacağını göreceksiniz. Bu süreç İslam lehine ilerlemiyor. Bu süreç İslam’a karşı ilerliyor. Dine karşı olan hareket bir ayağını siyasal erk kapısının arasına koymuş demektir; şu an baktığınızda yalnızca işçi komünizminin, radikal işçi hareketinin açık seçik kendini dine karşı tanımladığını görürsünüz. Öteki sorunsa kadın sorunudur. Kadınlar toplumun yarısını oluşturuyorlar, yalnızca toplumun bu yarısı değil öteki yarısının büyük çoğunluğu da ((kadın erkek)) eşitliğinden yanadır. Dolayısıyla halkı komünistlerin yanına çekebilecek önemli bir platform da kadın sorunu platformudur. Çünkü oluşmakta olan devrim bir kadın devrimi olabilir. Büyük çoğunluk bu anlamda sana oy verip yanında durabilir. Büyük çoğunluk zaten seninledir. Kadın olduğu için seninledir. Bu yüzden kanımca işçi komünizmi hiçbir hareketin sahip olamadığı iki önemli toplumsal desteğe sahiptir: Din karşıtlığı ve kadın haklarını savunması. Modernizm, sekülerizm vb. bunun türevleridir. Parti din karşıtlığı ifadesini bir şeyde bulacaksa bu İslam karşıtlığı, kadın haklarını savunması ve gençlerin ahlaki özgürlüğü olur. [İşçi komünizmi] örneğin İranlı bir gencin yaşaması gereken kültürle, toplum alanına çıkıp yaşamlarını deneyimlemek isteyen milyonlarca kişinin isteğiyle bütünüyle örtüşmektedir.

Bunlar kanımca siyasal bir dönüm noktasında işçi komünizmi hareketinin güçlü ve güçsüz yanlarıdır. Bu hareketlerin gelip güçlü ve güçsüz noktalarını bir tepside sergileyeceklerini, bundan sonra da halkın seçimini yapacağını düşünmek yanlış olur. Kesinlikle böyle olmayacaktır. Öncelikle koşullar erkin el değiştirebileceği biçimde değişmelidir. Koşullar oluştuğunda insanlar daha genel özgüllüklere göre seçim yapacaklardır. Kanımca böyle bir dönüşümde halk temelde sağ ve sol arasında seçim yapar. Yalnızca bunları onaylaması gerekenler değil alana çıkacak insanlar da sağ ve sol arasında birini seçeceklerdir. Ya sağın veya solun safında yer alınacaktır.

Siyasal dönüm noktalarında, devrim veya benzeri dönüşümlerde aralarından hangisini seçemeyeceğimizi bilemeyeceğimiz seksen iki tane siyasal partinin var olduğu gibi bir durum söz konusu değildir. Böyle bir durumla karşılaşılmaz. Solcuyum, cumhuriyetçiyim, toplumsal adaletten yanayım diye karar verir bir safı seçersin. ABD ve Batı yanlısıyım, yaşasın eski rejim, gider öteki safta yer alırsın. Doğal olarak ayrıntılarda başka seçenekler de bulunuyor ama genelinde toplum zaferin sağın veya solun adına kazanılmasına karar verir.

79 Devrimi’nde böyle oldu. Aşure günü gösterisine kadar İran’da halkın solu seçtikleri görünüyordu. Halkın solu alana indirdiğini, sol sloganlarla mücadele ettiği görünüyordu. Sol sloganlarla direndiği görünüyordu. Sonrasındaysa İslamcılar, [eski] rejimin ele başları ve ABD’nin perde arkası oyunlarıyla geçiş süreci belirlendi. Aşure günü sokakta olanlar neler olduğunu gördüler. Kahrolsun Şah sloganı gösterilerin elebaşlarının sövgüleriyle karşılandı. Kahrolsun Şah dediğinde yakalayın SAVAK [gizli servis] ajanını deniyordu. Aşure gününde Kahrolsun Şah sloganına karşı SAVAKçılar’ın sloganı diye ortam hazırlandı. Kararlarını verdikleri ortadaydı. Sağ hegemonyası Aşure günü gösterileri uğrağından, Humeyni’nin Müslümanlar’a saflarınızı solculardan ayırın mesajları vermeye başladığı uğraktan halkın direniş hareketine dayatılmaya başladı. Bu yüzden sola kurşun yağdırılmaya başladı ve sol artık kendi sloganıyla sokağa çıkmaya cesaret edemedi. Artık Allahü-Ekber sloganıyla sokağa çıkılabiliyordu. [Şah] rejiminin devrileceği kesinleştiğinde ve dinci sağ halkın tek seçeneği olduğu ortaya çıktığında herkes sağın arkasında saflara katıldı. Bu sefer de durum böyledir. Sol kendisini bir seçenek olarak sunmuşsa halk sağ ve sol arasından birini seçecektir: Genel olarak sağ veya genel olarak sol. Eğer benim dediğim gibi [solun] öncüsü Tudeh, sosyal demokrasi veya başka bir eğilim değil de işçi komünizmi olursa o zaman bu işçi komünizmi ve öteki hareketler arasında bir seçim olacaktır. Bence bu iş bu ölçüde açıktır.

Evlere gidip halka Alman İdeolojisi’ni, Marx’ın 18 Brumiere’ini veya Manifesto’yu tanıtmamız söz konusu değildir. Halkın bu yolla işçi komünizmini seçmesi söz konusu değildir. İnsanlar siyasal-toplumsal dönüşümün önderlerini ararlar, sahnedeki güçlere bakar sağın veya solun safında yer almaya karar verirler. Sola gidecek olurlarsa siyasal hegemonyaya sahip, düşünsel hegemonyaya sahip, örgütsel hegemonyaya sahip, o uğrakta solla özdeşeleştirilen eğilime giderler. Adının artık bir önemi yok, ona giderler. Halkın Fedaisi gerillası siyanür taşıyordu, anlaşılmaz sözler söylüyor Şah rejimiyle silahlı çatışmaya giriyordu. İnsanlar gerillacılıkla ilgisiz siyasal örgütsel bir iş yapıp Şah rejimini devirdiklerinde gidip Fedai gerillasını getirdiler ve çevresinde toplandırlar. Yaşasın Fedai diye slogan atmaya başladılar. Halkın Fedaileri olan bitene inanamıyordu. Halktan hiç kimse de Bijen Cezeni, Puyan veya Ahmetzade’nin kitaplarından okumamıştı. Ancak Fedai biz "Müslüman değiliz"in simgesine dönüşmüştü: Burada toplananlar Müslüman değiller, mollaları da sevmiyorlar, İslam Cumhuriyeti’ne de oy vermeyecekler. Sonuçta halkın "evet, bunların programını okuduk, hepsinden daha iyidir" dediği bir propaganda-yayma sürecinde değil böyle bir yol ayrımında, böyle bir seçim durumunda siyasal erk işçi komünizmi hareketi ve Komünist-İşçi Partisi için söz konusu olabilir.

Söylediğim gibi Komünist-İşçi Partisi veya işçi komünizmi seçimlerin söz konusu olduğu tedrici bir süreçte, devrimci bir süreçte veya uzun süreli askeri bir karşılaşma sonunda siyasal erki ele geçirebilir. Bu üç seçeneği işçi komünizmine toplum sumaktadır. Bunlar dışında kısa süreli askeri darbeler, deyim yerindeyse iktidarın yukarıdan el değiştirmesi, İslami yönetimi değiştirip erki sağın öteki kesimlere verebilir. Bu durumda kanımca bu bunalım hafifler. Böyle bir durumda sözü edilen burjuvazinin yönetim bunalımı on yıllığına bile çözülebilir. Bu durumda işçi komünizmi toplumun güçlü opozisyon gücüne dönüşür. Siyasal erk demokratik yollardan, seçim yoluyla veya devrimci yöntemlerle ele geçirilebilir. Ancak [rejim değişikliği] süreci askeri darbe, halkın müdahalesi olmaksızın gerçekleşirse kanımca işçi komünizminin erki ele geçirme şansı olmaz.

Bu dönüşümlerin, rejimin devrilmesinin vs.nin sonucunun toplumda sol bir yönetimin iş başına gelmesi olduğunu, bu solun işçi komünizmi hareketinde temsil edildiğini, böylece işçi komünizminin iktidarı oluşturup erki ele geçirdiğini varsayalım. Karşımıza çıkan soru şu: İktidarda kalabilecek miyiz? Bence en çetrefilli sorun bu. Erkte kalınabilecek mi? Erki ele geçirme süreci erki elde tutma sürecinden daha kolaydır. Erki yirmi yıl için değil beş yıl için elde tutmaktan söz ediyorum. Halkın istemine dayanarak erki ele geçiren Komünist-İşçi Partisi iktidarda kalabilecek mi? Öncelikle bunların [burjuva güçlerin] seçimlerde hile yapacakları kesin. Yine de buna karşın Parti’nin iktidara geldiğini varsayalım. [Sağ güçler] darbe girişiminde bulunabilir ülkeyi savaşa sürüklemeye çalışabilirler. Ülkeyi terörizmle istikrarsızlaştırmak isteyebilirler. Ekonomik ambargo uygulayarak kargaşa yaratmak isteyebilirler. Sözünü ettiğimiz federalizm yoluyla ülkeyi parçalamak isteyebilirler. Bu güçlüklerin üstesinden gelebilecek miyiz? İşçi komünizmi uygun koşullarda ele geçirdiği siyasal erki bütün bu sorunlara karşın elde tutabilecek mi? Bu soruya yanıtım, belli koşullar sağlandığında, olumludur. Uluslararası koşullar ve yurt içindeki özgüllükler göz önünde tutulduğunda erki elinde tutabilir. Bizzat erki ele geçirme süreci yeterince çetindir; bu durumu [aştığını] varsaydım. [Erki ele geçirme] süreci [dediğim gibi] daha sonra değineceğim kendine özgü güçlükleri bulunuyor. Ancak toplumun sorunlarını çözecek, toplumun siyasal ve kültürel yapısını dönüştürecek bir devlet kurma konumuna yerleşmek ve erki korumak bu belirli uğrakta İran’da işçi komünizminin istemi kapsamında yer almaktadır. Bu yüzden tartışmanın başında bu tartışmanın [örneğin] Kore’ye yönelik olmadığını söyledim. Kore’de komünizmin bir şeyler bile yapabilecek şansı olup olmadığını bilmiyorum. İran’da işçi komünizminin belirli süreçleri aşma koşuluyla erki ele geçirip koruyabildiği özgül, biricik tarihsel koşullardan söz ediyorum.

Önemli ilk nokta bu komünizmin eski türden bir komünizm olmadığıdır. Kanımca bu süreçte eski çeşit komünizm erki ele geçirebilse bile hemen elinden alınır. İran’da çağdaş işçi komünizminin özgüllükleri bu görevin üstesinden gelebilecek türden. Öncelikle [işçi komünizmi] Batı Avrupalı bir gelenekten geliyor. Komünist-İşçi Partisi’nin en önemli siyasal sermayesi Batılı bir parti oluşudur. Bunu açıklayayım: [İKİP] köklerinin Batı Avrupa düşüncesi, kültürü ve uygarlığında olduğu bir partidir. Bu "kendi" öz devletlerini kurmak için bir araya gelip emperyalizme karşı gelen Doğulu bir toplumun İslamcı-ulusalcı bir partisi değildir. Bu Çin nasyonalizmi değildir. Herhangi bir yerin yerli kültürü değildir. Bu, kendi önderlerini yaratan, [Batılı] kapitalist kültürü de sindiren ve olumlu yönlerini de bilen, Batı’yla da kültürel, medeni ve ırksal düşmanlığı bulunmayan Alman ve İngiliz endüstüryel işçisinin partisidir. Bu hareketin temel siyasal sermayesi budur. Bu, İran’da Komünist-İşçi Partisi’nin zaferiyle Batı uygarlığı zafere ulaşacaktır demektir. Ben şu ana kadarki Batı uygarlığı konusunda bir yanılsama üretmek istemiyorum ama elini vicdanına koyan herkes konuşma özgürlüğünün konuşamama özgürlüğünden daha iyi olduğunu bilir. Kilisenin kendi namazına, niyazına bakıp burnunu halkın işine sokmamasının daha iyi olduğunu bilir. Kadınların ve erkeklerin istedikleri gibi ilişki kurmakta özgür olmalarının veya erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla özgürce ilişki kurabilmelerinin halkın kafasına cop indirmekten daha iyi olduğunu bilir. Herkesin topluma istediği eleştiriyi yöneltebilmesinin daha iyi olduğunu biliriz. Bütün bunlar Batı uygarlığının kazanımlarıdır. Doğu toplumu böyle şeyler ortaya çıkaramamıştır. Keşke böyle şeyler ortaya çıkarsaydı ama ne yazık ki çıkarmamıştır. Ötesi bizi ilgilendirmez. [Doğu kültürü] böyle şeyler üretmedi, şimdi de siyasal özgürlük getirecek parti Batı uygarlığı omuzları üzerinde yükselmiştir. Batı’yla bu akrabalık bizim dünyayla ilişkimizi derinden belirleyecektir. Bu durum Komünist-İşçi Partisi’ne Çinlilerin veya solun iktidara geldiği öteki ülkelerin solcularının yapamadığı şeyleri yapma yetisi kazandırıyor: Ülkenin kapılarını Batı’ya açmak, kendini Batı uygarlığı devamında ve dünyaya yöneltilmiş Batılı bir eleştiri ve Batılı bir dünya görüşüyle ortaya atmak, böylece Batı devletleriyle çıkabilecek veya çıkmayacak güncel siyasal çekişmeler dışında Batı Avrupa ve Amerika halklarıyla daha derin bir barışa ulaşmak. Bu koşullar hal-ı hazırda hiçbir Ortadoğu ülkesinde yok ve ortaya da çıkamaz. İran’da işçi komünizminin zaferi Batı’da Batı uygarlığının zaferi biçiminde bile betimlenebilir. Niçin öyle? Çünkü iktidara geldiği ilk günden kadın-erkek eşitliği, idam cezasının kaldırılması, kayıtsız, koşulsuız siyasal özgürlük, medya faaliyetlerinin özgürlüğü, basın özgürlüğü, seçme ve seçilme özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğünü, insan hakları evrensel bildirgesindeki özgürlüklerin çok ötesinde hak ve özgürlükleri tanıyacak. Sonra da buyurun gelin, görün diyecek. Buradan geçen herkese, burada bulunduğu sürece buyur istediğine oy ver diyecek. Afgan göçmenleri yurttaşı sayacak, ötekilere size saldırılırsa kalkın buraya gelin diyecek. Batılı, özgrülükçü insanların kendileriyle örtüştüğünü duyumsadıkları değerlerden oluşan bir ülke kurulacak. Bunların kalkıp Doğu tasavufunu ihya ettiklerini veya arkeolojik çalışma yapıp örneğin Mazdak ya da Mani’nin de böyle şeyler söylediğini bulkguladıklarını veya bundan sonra paraları üzerinde Adil Anuşirvan kralın resmini basacaklarını düşünmeyecektir (salondakilerin gülüşmesi). Bunlar Newton’a, Darwin’e, Batı liberalizmine, bu ülkelerin işçi hareketlerine, Marx’a, Engels’e, avant-guard sanata, öncü ahlaki değerlere saygı gösteriyor diyeceklerdir. Ortadoğu’da kimsenin ötekinin cinsel özgürlüklerini kısıtlamadığı tek ülke olacaktır. Başta bir araya gelip bu iktidarı savunacaklar kadınlar olacaktır, bu ülkelerdeki azınlıkların haklarını koruyan örgütler olacaktır. Bu ülke kesinlikle ırkçı değildir, kişilerin cinsel eğilimlerine karşı kayıtsızdır, burada herkes istediğini söyleyebilir. Bu ülkeye karşı komplo düzenlenmesini önleyecek en iyi silah bu tasvirin yerine ulaşmasıdır. Yalnızca bu değil; böyle bir uygarlık öyle görkemlidir ki yarınından itibaren halk kaandık diyecektir. Bu bildirge ilan edildiğinde ülkede isyan çıkarmak, halkı kışkırtmak oldukça güçleşir. Halk hangi gösteriye, neye karşı katılalım diye soracaktır. Bunlar daha dün bütün tutsakları özgür bıraktı, idamı kaldırdı, basını özgür bıraktı, kadın-erkek eşitliğini yürürlüğe soktu, çocukların medeni haklarını ilan etti, isteyen istediği müziği, sanatı icra edip alımlasın dedi, diyecektir. Bunlara karşı ne diye ayaklanalım? Neden söz ediyorsunuz? [diye soracaktır.] Kanımca biz ve bu hareket daha üstün bir kültürün zaferi olarak erki ele geçirebilirsek buna karşı komplo düzenlemek oldukça güçleşir, böyle bir yönetimi soyutlamak, kuşatmak oldukça güçtür. Falan Amerikalı general Soğuk Savaş zihniyeti devamındaki siyasetiyle bin bir şey yapmak isteyebilir ancak bu ülkedeki halk yığınları orası açık bir toplum, gidip neler olup bittiğini görebilirsin diyecektir. Garip bir durum yok orada, ne bir duvar var ne de üstü örtülü bir komplo düzenlenmekte. Orada devlet sırrı yok, burada, bizde var. Burada devlet sırrını açıklayamiyorsun, orada açıklayabiliyorsun. Parlamneto oturumlarına katılabilirsin, bakanlar kurulu toplantısını televizyondan izleyebilirsin. Neden söz ediyorsunuz? Bütün basın kuruluşlarının orada büroları bulunuyor, istediklerini söyleyebiliyorlar. Bu yönetime ulaşılabiliyor. Yönetimin deyim yerindeyse Batıcılığı ve özgürlükçülüğü, bu yönetimin [iktidarının] Avrupa’nın sol kanadının zaferi olması, İran’da gerçekleşenin Avrupa solunun ve devrimciliğinin zaferi olması [erki elinde tutmasının] temel güvencesidir. Bana göre yirmi yıldır komünizmin ne olduğuna ilişkin tartışmalar burada maddi siyasal sonucuna ulaşabilir. "Aydınlık Yol" çizgisiyle İran’da devrim yapamazsınız, erki ele geçirip elinizde tutamazsınız. Komala, "vakpalan" ((çelik gibi)) Komala peşmergesiyle de yapamazsınız. Bağımsız kapitalizmle yapamazsınız. Ulusal, bağımsız, demokratik burjaziyle yapamazsınız. Ulusal-İslamcı çizgiyle yapamazsınız. Terörist buraya gelirse uluslararası mahkemeye teslim ederim, kendim herkesin önünde yargılarım diyecek bir ülke kurarsanız Batı erince kavuşur. Böyle bir ülkeye saldırmak oldukça güçleşir.

Komünizm adı Soğuk Savaş anılarının bazılarında canlanmasına neden olabilir ancak soru bu fiili devletin Batı toplumunda ne ölçüde tehdit duygusu uyandırdığıdır. Kanımca bu ülkelerdeki yönetici sınıf kendini tehlikede hissedecektir, ancak bu belirsiz, uzun süreli bir tehlike duygusu olacaktır. Yurttaş kitlesiyse sempati duyacaktır, bunu Ortadoğu’da ve dünyada barışı sağlayabilecek öncü bir hareket olarak kucaklayacaktır. Bir sonraki nokta, bana göre, halkı seferber etme gücüdür. Bu hareketin dayanaklarından biri de halkı sahnede tutmasıdır. Bunu daha fazla anlatmaya gerek yok: Böyle bir ülkenin temel siyasal, ekonomik ve askeri gücü halkıdır.

Bir başka nokta halkın kendisini bu yönetimin içinde görmesidir. Konseyler kurulur. Kim kimi eleştiriyor? Kendi konseylerinde karar veren, konseyleri yoluyla iktidarda olan zaten İran halkı. Böyle bir düzenin yönetsel yapısı toplumun bütün durumlarında ve uğraklarında bütün insanların karar mekanizmalarına doğrudan katılımına dayanıyor. Dediğim gibi bu açık, ilerici bir toplumdur. Buna birkaç noktayı eklemek gerekir. En azından iki noktaya [değinmek gerekir]. Böyle bir yönetim son derece ussal, esnek bir diplomasiye sahip olmalıdır. Kesinlikle savaşmayı veya [devrim] ihracatına yönelmemelidir. Kimseyle kavga niyetinde olmadığı konusunda güvence vermelidir. Böyle bir ülke sizlerle anlaşabilir [mesajını verebilmelidir]. Faşist misiniz? Aferin size, ne mutlu size! Biz burada [bu ülkede] başka bir şey yapmaya çalışıyoruz. Kesinlikle savaşa davetiye çıkarmaması gerekir. Batı ve bölge ülkeleriyle düşmanlık yolu tutmamalıdır. Yeterli öz güveni, kendisini koruyacak uluslararası koalisiyonu oluşturana dek bölgede kendisini koruyabilecek esnek bir diplomasiye sahip olmalıdır. İran’daki komünist deneyime kan sıçratırlarsa, saldırırlarsa, üç ay savaşıp beş kenti yok ederlerse, bomba yağdırıp ekonomik ambargo uygularlarsa bence bu devrim yenilgiye uğrar. Belki sonunda zafere ulaşır ama şu anlamda yenilgiye uğrar: İlk yirmi yılda devrimi gerçekleştiren kuşak bir dizi zorluk ve yoksunlukla karşı karşıya kalır, bu da bu hareketin bir sonraki aşamasında bin bir çeşit nasyonalizm ve burjuvaciliğin yükselmesinin nedeni olur. Bu yüzden bu harekete kan sıçratamamaları için, yoksulluk dayatamamaları için, işçi komünizminin iktidara gelmesinin gerçekten de ivedi özgürlük, ivedi gönençle eş anlamlı olması için çaba göstermek gerekir. İvedi özgürlük çok çetin gözükmüyor: Kendinden kuşku duymuyorsun; herkes özgürdür dersin ve konseylerin bu yönetimi koruyacaklarını düşünürsün. Ancak gönenç (konusunu) biraz tartışmak gerekir. Gönenç hemen, [ama] nasıl? İkinci noktaysa şimdiden İran toplumunu iki bölgeli düşünmemizin gerekliliğidir. İran halkının iki farklı coğrafi bölgede yaşadığını varsaymalıyız. Bazıları İran siyasal sınırları içinde, bazılarıysa bu sınırların dışında yaşıyor. Biz her iki bölgede zafere ulaşmalıyız. Bu devrim her iki bölgede zafere ulaşmalıdır. Gidip Floraida’ya yerleşen ve sosyalist cumhuriyeti devirmek isteyen, sürekli sorun yaratan bir grup İranlı Kontra istemediğimiz gibi İran’a dönmek zorunda olmayan birkaç milyonluk İranlı (göçmenler) safını da kazanmalıyız. Demokrasi olursa herkes dönecek diye bir durum söz konusu değildir. Adam demokrasi mi var, ne iyi, ama benim buradaki işim daha güzel der ve geri dönmez. Bu yüzden İran asıllı büyük bir toplum var, işçi komünist hareket bunu, kanımca, Batı Avrupa’da kendisini savunucak güçlü bir cephe arkasına dönüştürmelidir. Öyle ki [Batılı devletler] bunların bu ülkelerde birkaç milyon yandaşının bulunduğunu, oradaki sosyalist ülkelerini korumak için ellerinden geleni yapacaklarını, bu ülkenin onların övünç kaynağı olduğunu düşünmeye başlasın. Şu kedi benzeri harita bir yana bu dünyayı düşünmek gerekir, buradaki yüz binlerce, milyonlarca insanı kazanmak gerekir. Bence İran orada [siyasal sınırları içinde], yalnızca oradakiler konuşabilir, yalnızca orada gerçekten çalışılabilir diyen düşünce eski kuşak, geçersiz düşüncelerdir. Her yerde çalışmak durumundayız, kanımca yurt içinde zafere ulaşan ancak yurt dışını kazanmayanın işi zor. Şimdiden uluslararası alanda çalışmanın kendinde bir etkinlik alanı olduğunu varsaymak gerekir. Bu çalışma sürgün dönemi etikinliği değildir. Zafere ulaşmak isteyen hareket şimdiden yurt dışındaki İran atmosferini kazanmalıdır. Bunu kendi hareketinin cephe arkasına dönüştürmelidir. Sonraki adım uluslararası dayanışma ve kamuoyudur. İşçi, sosyalist hareketler ve kamuoyu alanlarında etkinlik. Bunun için güç gereklidir. Bunun için de demin sözünü ettiğim kitleye dayanmak gerekiyor. İşçi ve sosyalist hareketilerinin sesi pek bir yere ulaşmıyor. Bir tutsağın yaşamını kurtarmaya sesleri yetiyor ama günümüzde kendi maaşlarını bile alabilecek durumda değiller. Önümüzdeki gerçek bu. Batı’da işçi hareketi perişan durumdadır. Kanımca önümüzdeki birkaç yıl için konuşuyoruz. Batı işçi hareketinin böyle [sosyalist] bir devleti candan savunacak düşüncesi çok mantıklı değildir. Biz bu savunma hattını oluşturmalıyız. İşçi komünizmi bu gücü kendine çekmelidir. Ancak bu işin çok enerji gerektirdiğini varsaymalıdır. Bu kendiliğinden olabilecek bir şey değildir. Orada sosyalizm var, öylese burada işçi onu savunacak! Ne yazık ki böyle değildir. Unutmayalım, buradaki sendikalist harekettir, örneğin Almanya’daki gibi işsizliği ihraç etmeyi, işi "kendi" işçisine saklamayı isteyen harekettir. Bu kendi ufkuna ve ülkülerine sahip sendikal harekettir. Son çözümlemede kendi devletini savunacaktır. Ancak sözcüğün daha geniş anlamında kamuoyu kazanılabilir. Kamuyounu elde etmek olanaklıdır.

Toparlarsak: Bizlerin -işçi komünizminin- halkın direnişinin işçi komünizminin devleti oluşturmasıyla sonuçlanabilmesini sağlayacak biçimde bu dirnişinin önderi olarak ortaya çıkabilmesi için sözünü ettiğim bu süreci aşması gerekir. Daha eski bir tartışmaya, Komünist-İşçi Partisi’nde "Olumsuz Hareket, Olumlu Hareket" adıyla altı, yedi ay önce ortaya atılması anlamında eski bir tartışmaya göndermede bulunmalıyım[7]. Bu tartışmanın iki [çeşit] yandaşı var. Ben olumszunun yandaşıyım. Tartışmanın ana çizgiler şöyle: İnsanlar siyasal önderliklerini siyasal hareketlerin tarihine bakarak seçmezler. Bir yerlerde oturup, farklı siyasal grupların ne dediklerini inceledikten sonra siyasal önderlerini seçmezler. İnsanlar önemli siyasal seçimlerde bulunurlar. Devrim olumsuz bir harekettir. Marx Derneği’nde Kapital ile ilgili tartışmada sosyalizme ilişkin Marx’ın komünizmi varolan durumu değillemek olarak tanımladığını söyledim[8]. Marx’ın doğrudan olumlu hiçbir örneği yok. Varolan durum özel mülkiyete dayandığından, tanım gereği, komünizm özel mülkiyetin oratdan kaldırılmasına dayanır. Bu anlamda yarın ne yapacağınızı size söyleyen yarına ilişkin olumlu tasarımlarınız değil bugünün verileridir. Bu, daha güncel anlamıyla, siyasal hareketler için de geçerlidir. Halk İslam Cumhuriyeti’nden kurtulmak istiyor, tarihsel itibarı, uygunluk ve yetkinliği olan, İslam Cumhuriyeti bu bayrakla devirecek biçimde istenilir olan bir önderlik arıyor. Bu bir süreçtir: Devrim olumsuzdur, önderlik olumlu. Ancak bu olumsuz bir hareketin olumlu önderliğidir. Bir hareketin yetkinliği [olumsuzlama olarak] tanınmalıdır: Bu hareket [erki] ele geçirebilir, ele geçirmelidir ve elinde tutmalıdır. Halk bunu siyasal-toplumsal bir hareketin yüzünde okuyabilirse onu önder seçeri. Bu yüzden de buraya kadar onunla "hayır" dediğinden bundan sonrasında "evet" de der. Örneğin biz kadın-erkek eşitliğini getirecek hareketiz dediğinden bundan sonra bunun için önerdiğin tasarıyı olumlayacaktır. Bu önderliği iktidara taşıdığından, şimdi de tasarısının ne olduğuna bakacak gerçekleştirmeye girişecektir. Böylece bu tartışmanın olumlu ayağı, kronolojik anlamda, sahip olunması gereken "hayır"dan sonra gelir. Ancak bir partinin toplumsal bir hareketin önderliğine seçilmesi, bu hareketin başına geçmesi yığınların isteklerine önderlik edecek yetkinliğe sahip olduğunu kanıtlamasına dayanır: Başlamış olan sürecin gerçekleştirilmesi ve sonuçlandırılmasının yetkin önderi.

Bizim programımızdan bağımsız, bizim propagandamız olmaksızın halk ve bu kuşak İslam Cumhuriyeti’ni istemiyor, toplumun siyasal dokusunda bu hareketi zafere ulaştıracak siyasal, manevi, örgütsel, ve programatik uygunluk ve yetkinliğe sahip bir önderlik arıyor. Bu yetkinlik yalnızca toplumda uygulanacak birkaç modele sahip olmaktan oluşmuyor. Bu yetkinlik ulaşılabilir olmak, halkın bu partiye ulaşabilmesi, bu partiyi toplumun farklı yönlerinde görebilmesi, ilkesel kararlar verebilen, ussal kararlar verbilen bir parti olarak görebilmesi, bu partiyi büyük bir olgu olarak kavraması demektir. Bunlar toplumsal önderliğe dönüşmenin gerekleridir. Siyaset ne zeka testidir ne de güzellik yarışması; insanlar şunun belinin çevresi şu kadar, bilgisi bu kadar, şu taç da yüzüne yakışıyor öyleyse bunu seçelim demezler. Siyaset böyle bir olgu değildir. Bu ((hangi hareketin bu dönüşümü)) gerçekleştirebileceğine dayalı bir seçimdir. Kanımca oportünistler fırsatlardan yararlanmayı ortaya atarken tam da bu özelliği kullanıyorlar. İnsanlar birilerinin bir şeyler yapmasını istiyorlar.

[Oportünistler] genel değişiklikler olanaklı değil, dönüşüm ögesel olmalıdır, biz de ögelerde yapılan değişikliklerle reform gerçekleştirebiliriz. Yaşamınızda değişiklikler gerçekleştirebiliriz der ve insanları yanlarına çekerler. Öncelikle bütünsel değişikliklerin olanaksızlığı varsayımıyla, ardından da ben devletim, benim borum öter, üstteyim, bizzat yönetimin bir parçasayım ve reform gerçekleştirebilirm demekle halkı yanlarında sürüklerler. Bu bizim öteki yönüne dayanmaya çalıştığımız gerçektir: İnsanlar hareketlerine önderlik edilmesinin uygunluğunu, yetkinliğini ve yeterliliğini siyasal bir harekette görmek isterler. Bu yalnızca örgüt programının okunmasıyla, gazetesinin izlenmesiyle elde edilemez. Toplumun [dönüşüm isteyen] kesiminin ona erişebilmesi gerekiyor, [örgüt] bu erişebilirliği yaratacak siyasal ve pratik derinliğe sahip olmalıdır.

Böylece [İran’daki] bu dönüşümler sürecinde komünizm erki ele geçirebilecek mi sorusuna koşullu bir evet diyorum. Bir dizi koşullun yerine getirilmesiyle İran komünizmi erki ele geçirebilir, deyim yerindeyse toplum modelini belirleyip biçimleyebilir. Bence [komünizmin] erki ele geçirmesinin gereklerinin oluşması Parti’nin bilinçli gücüne dayanıyor. Birçoğumuzun üyesi olduğu Komünist-İşçi Partisi bunun için oluşturuldu ve bunun için çabalıyor. Marksist düşünceyi bir sözcükle özetleyebiliriz: Pratik! Oraya gitmen gerektiğini biliyorsan gitmelisin. Varmaya da bilirsin, varabilirsin de. Varamayacağını düşündüğünden dolayı kimse gitmekten caymaz. Bu süreci aşmak gerekir, bu sürecin sermayelerinden biri de Komünist-İşçi Partisi’dir. Komünist-İşçi Partisi yirmi yıllık bir süreçte siyasal, kuramsal eleştiri yoluyla, çeşitli, karmaşık pratik aşamalardan geçerek, acı veren dönüm noktalarını aşarak sözünü ettiğim gereklilikleri oluşturabilecek bir olguya dönüştü. Özgürlükçü örgütlerinin bile sözlerini açıkça dile getirmedikleri İslami bir toplumda kadın haklarının kayıtsız, koşulsuz savunusu basit bir iş değildir. Toplumun ivedi ereği olarak özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasından söz etmek basit değildir. Siyasal erki ele geçirmekten söz etmek basit değildir. Bunlar gerçekleştirilen kazanımlarımızdandır.

Benim buarada söylediklerimi neden dile getirdiğimin tarihini öğrenmek isteyen kişi koca bir edebiyatı okuması gerekir: Devrimci Dönemlerden Devlet" tartışmasından tutun "Ulusal Burjuvazi Miti" tartışmasına kadar, işçileri örgütleme tartışmalarından Sovyetler’e ilişikin tartışmalara kadar[9]. [Komünist-İşçi Partisi] çeşitli siyasal alanlarda birçok savaşıma katılarak birkaç bin kişiden oluşan bu safı oluşturdu. Bu saf, öyle görünüyor ki, kendisinde bu rolu oynama yetisini görüyor. Bence bu süreçte elde edilen en büyük sermaye budur. Aksi halde sözü bile edilmezdi. Erki ele geçirmek isteyen bir sol yoksa erki ele geçirecek sol da olmaz. Kanımca iktidara gelmek isteyen sol, belirli asgarileri oluşturmuş sol, şu an mevcut. [Bu solun] gerçekleştirmesi gereken bugünkü tartışmanın sınırlarını aşan dev görevler bulunuyor. Ben yalnızca bu olanak mevcut ve komünizm iktidarı ele geçirebilir demek istedim.

Birkaç ikincil konuya değineceğim: Bizim iktidarda kalma sorunumuz, bir de ekonomi sorunu. Bunu daha sonra ayrıntılı biçimde tartışabiliriz. Ancak bize bomba yağdırmadıklarını, bizimle ticaret yapacaklarını ve bize ambargo uygulamayacaklarını, dünya piyasasından teknoloji almamıza izin vereceklerini, bize karşı askeri komplo düzenlemeksizin toplumumuzu ve ekonomimizi örgütlememize izin vereceklerini, bu yönetimin istikrarının sağlandığını varsayarsak kanımca varolan olanaklarla bile ivedilikle gönençli bir toplum örgütlemek olanaklıdır. İki nedenden dolayı: Birincisi, insan gücü özgürleşecektir. Bence özgür ve mutlu kişi önceki durumdaki kişiyle eşit sürede daha iyi yaratıp üretir. Yaratıcılıkta bulunur, gönül verir, yoğunlaşır, umursar. Bence özgür, mutlu bir toplumun ekonomik büyümesi, dolayımsız biçimde mutlu olan, kendisine saygısı olan bir toplumun büyümesi öncelikle para olup olmamasına değil insanlarından kaynaklanır. Bir yığın insan ortaya çıkıp konut yapar, okulları yeniler, fabrikaları yeniden yapılandırır, yeni örgütler kurar, gücünü yönlendirip işine gönül verir, toplum şu an sahip olmadığı görkemli bir insan gücü elde eder. Bunalımlı, sıkıntılı, yoksun, yabancı bir güç için çalışltıklarını bilen bir yığın insan, bir an önce işten kurtulup daha az çalışmak isterler, bu iş sürecinin başına gelenden bize ne derler. İnsanların büyük bölümü günümüzde işsiz durumdalar. İşsizdirler, yapacak işleri yok. Oysa o toplumda insanların bir araya gelip bir şeyler üretmek için birlikte tasarıda bulundukları bir toplumla karşı karşıyayız. Son çözümlemede canlı insan sosyalizmin en büyük sermayesidir, en önce özgürleşecek de insanlardır. İkincisi, bu ülkelerde kaynaklar büyük ölçüde boşa harcanıyor. Örneğin İran’da egemen sınıfların baskı yönetimini, dağıtmasını ve har vurup harman savurmasını sağlamaya harcanan kaynakların hesabı yok. Daha başta sağlık, eğitim, taşımacılık, sanat, konut ve yiyecek kolayca piyasa sınırlarının dışına çıkarılabilir. Herkesin konutu, yiyeceği olur, herkes trene binip istediği yerde inebilir, kimse biletin var mı, yok mu diye sormayacak. Herkes üniversiteye kayıt yapabilir, herkes doktora muayene olabilir. İran’da [devrimin] hemen ertesinde bunları sağlayabilecek kaynaklar mevcut. Durum hiç de burjuvaların dediği gibi değil: Herkese verecek paramız yok değil. İşin aslı bu düzenin sömürü düzeni olmasıdır. Benim sözünü ettiğim düzendeyse halkın gereksinimlerini bir bir piyasa dolaşımının dışına çıkarılıyor ve herkes, yurttaşlık hakkı gereği bunlardan yararlanıyor. Örneğin taşımacılıkta hiçbir şey treni, otobüsü ücretsiz yapmamıza engel değildir. Bir kutuya iki kuruş atılacak, atılmasın. Başka bir yerden karşılanır. Binmek için iki kuruş ödemenin ne gerği var. Bin, istediğin yerde in. Bunu örgütlemek daha kolay. Bir sürü iş gücünü serbest bırakır. Süreci daha basitleştirir. Bir sürü tren belirli zamanlarda gider gelirler. Bin, istediğin durakta in. Bunun giderleri bir yerden karşılanıyor. Belki birilerinden vergi toplamışımdır. Bazı işlerin ücretsizleştirilmesi onları daha karmaşıklaştırmayacaktır.Düşünün bir, günümüzde işçi ailesi gelirinin yüzde kaçını konut, sağlık, eğitim ve öğretim, yiyecek ve taşımacılığa harcıyor? Yüzde seksen, doksan! Bunlar karşılandığında toplum ücretli işin büyük bölümünü ortadan kaldırmıştır demektir. Yaptığı iş artık bu yüzde seksenlik bölüm için değil öteki yüzde yirmilik bölüm içindir. Daha sonra, planlanmış bir süreçte toplumun lüks gereksinimlerini oluşturan o yüzde yirmilik kesimi de kapitalist alanın dışına çıkarıp kullanılabilecek biçimde örgütlersin. Ya üretim süreci? Yönetim? Bence günümüz bilişim teknolojisi göz önünde tutulduğunda, dünyada bilgi akışının yeğinliği göz önünde tutulduğunda bütün bunlara uygun yanıtlar bulmak olanaklıdır.

Ancak ambargoyla karşılaşırsak artık bundan söz etmek olanklı değildir. Ambargo edilen, üzerine bomba yağdırılan bir ülke kanımca ivedilikle herkese işsizlik sigortası sağlayamaz. Bu yüzden sorun muzaffer komünizmin çağdaş dünyayla bir arada yaşayabilmesidir. En azından on yıllık bir dönem için, temellerini sağlamlaştırıp ondan sonra kim ne diyor bakabilmesi için. O zaman kim külhanbeylik yapıyor diye bakıp zorbalık yapma diyebilecektir, kendimi savunabilirim diyebilecektir. Bir başka konu da Sovyetler deneyimidir. Sovyetler’in çöküşünden sonra halk komünizme şans tanıyacak mı? Komünizmin geçerli olduğunu kabul edip ardından gelecek mi? Halk bunu birçok yerde yapmayabilir. Avrupa’da yapmaz ama İran’da yapar. Şu belirlemede bulunuyorum: İran halkının Doğu Bloğu’nun çöküşünden dolayı komünizmden soğumadığını söylüyorum. Dediğim gibi halkın gözünde komünizm muteber, meşru bir örgüt olabilir. Bence İran’da birkaç 2 Hordadçı akademisyenden başka kimse komünizm yenildi, git işine demez. Büyük yığınların bu sözcükle, bu ufukla bir sorunu yok. Bu özellikle komünizmden ne duyduğuna da bağlıdır. Bir anlamda Sovyetler’in çöküşü insanların bizim komünizmimizi kendi yorumumuzla öğrenmelerine izin verdi. Rusya modelini kim [karşı örnek olarak] karşımıza çıkaracaktır? Gidip bu işin araştırmasını yapan kişi. Sıradan insanlarsa komünistler geldi, şunu bunu söylüyor diye duyacaklardır. Bu anlamda bu süreç bile bir ölçüde daha saydamlaşacaktır.

Özetle İran’daki gelişmeler İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesine doğru ilerliyor. Yerine neyin geçeceği kavgası ciddi bir kavgadır. İran komünizmi asal güçler karşısında marjinal, çocuksu bir oyuncusu olmadığı gibi siyaset sahnesinin baş aktörü de olabilir. Burada değindiğim gerekleri yerine getirmesi koşullarıyla siyasal erki ele geçirebilir.

٭ ٭ ٭

Notlar

[1] "Çoğunluk": 1960’larda kent gerilla hareketi olarak kurulan, halkçı örgüt İran Halkın Fedaisi Gerillalar Örgütü 1979 Devrimi’nin ertesinde önderliğinin iyiden iyiye sağa kaymasıyla İslamcılar’ı desteklemeye karar verdi, Tudeh Partisi’nin yanında İslamcılar’ın daha gelenekselci kesimiyle işbirliğine başladı. Bunun üzerine 1979’da örgüt ikiye bölündü. Sağ çizgiyi temsil eden kesim 1980’de kent gerilla öğretisinden de vaz geçerek silahlı eylemi bırakma kararı aldı, adını İran Halkın Fedaileri Örgütü-Çoğunluk olarak değiştirdi. Bütünüyle siyasal arenanın marjininde yer alan Çoğunluk özellikle 2 Hordadçı sözde reform hareketiyle birlikte, yönetimden dışlanmasına karşın, Hatemi ve Hatemicileri destekledi. Çoğunluk açıkça İslam Cumhuriyeti içindeki bazı kanatları destekliyor. İslam Cumhuriyeti’yle temel sorunu, Mansur Hikmet’in dediği gibi, sağ kesiminin siyasal tekelciliğidir.

[2] Fariborz Reis Dana, İranlı "sosyalist" ekonomi profesorü. İslam Cumhuriyeti’nin "legal Marksizmi"ni temsil eden uluslacı-İslamcı siyasal aileye mensup çehrelerden biri. Resi Dana komünistlere, özellikle Komünist-İşçi Partisi’ne karşı düşmanca tavırlarıyla ünlüdür. Legal Marksizm’in bu İslamcı versiyonunun özgün Rus legal Marksizm’inden kuramsal ve siyasal açıdan kat kat yoksun olduğunu unutmamak gerekir.

[3] 1982’de İran Komünist Partisi kurulduğunda, Komünist Militanlar Birliği örgütünün yanı sıra kurucu örgütlerden biri 1981’deki 6. Kongresi’nde KMB’nin Komünist Parti Programı’nı onaylayan Komala’ydı. İKP’nin kuruluşunun ardından Komala İran Komünist Partisi Kürdistan Örgütü-Komala’ya dönüştü. İşçi komünistlerinin İKP’den ayırılıp İran Komünist-İşçi Partisi’nin kuruluşundan sonra Komünist Parti içindeki diğer iki siyasal akım, radikal geleneksel sol ve Kürt nasyonalizmi karşı karşıya gelip yollarını ayırdı. İKP’nin 5. Kongresi’nde Kürt nasyonalist kanadı darbe girişiminde bulundu ancak bu girişim başarısızlığa uğradı. Kongre’de Merkez Komite için Abdullah Mohtadi ve taraftarları oyların yüzde yirmisinden azını elde etti. Bunun üzerine Komala’nın komünist nüfuzu ve iyi ününden yararlanmak isteyen Kürt nasyonalist eğilim Mohtadi önderliğinde İKP’den ayrıldı ve "gerçek" Komala’nın kendileri olduğunu iddia etmeye başladı Komala’nın tarihini ise komünizmden arındırmaya girişti. İKP’nin pasif önderliği bu siyasal hırsızlığa karşı sessiz kalsa da işçi komünistleri nasyonalistlerin Komala’nın adınının arkasında saklanmasına izin vermedi ve bu hareketin aşırı sağcı, etnikçi ve faşist özünü deşifre etti. Siyasal arenada da bu hırsızlığı açığa vurmak ve nasyonalistlerin hesabını komünist Komala’dan ayırmak için işçi komünistleri Mohtadi’nin çetesini Komala’nın açılımının bir parçası olan Emekçiler Örgütü adıyla nitelemeyi seçti.

[4] Mansur Hikmet buarada İran Komünist-İşçi Partisi yayını Enternasyonal, Birinci Dönem, sayı 11-12, Şubat 1994’de yayımlanan, daha sonra Mansur Hikmet Toplu Yapıtlar, 8. Cilt, sayfa 135-139’da yayımlanan "Son Bunalım: İslami Rejimin Ekonomik Çıkmazının Siyasal Kökleri" başlıklı yazıya göndermede bulunuyor.

[5] Şahpur Bahtiyar Ulusal Cephe’nin siyasetçilerinden biriydi. Monarşi döneminde rejime karşı bazı faaliyetlerinden dolayı bir süre tutuklandı. Şah rejiminin son döneminde, son bir umut olarak monarşinin son hükümetini kurdu. Ancak 10 ve 11 Şubat silahlı halk ayaklanmasının ardından yönetimi Mehdi Bazargan başbakanlığındaki İslamcılar’ın geçici yönetimine devr etti ve yurt dışına kaçtı. Bahtiyar daha sonra sürgündeyken İslam Cumhuriyeti’nin teröristlerince öldürüldü.

[6] "Guguş" monarşi döneminin en ünlü İranlı pop şarkıcısıydı. 1979’dan sonra İran’da kaldı ama İslamcılar bütün kadınlar gibi onun da şarkı söylemesini yasaklamanın yanı sıra yurt dışına çıkışını yasakladı. Hatemi döneminde çıkış yasağı kaldırılan Guguş halen Los Angeles’te yaşıyor. "Aslan ve Güneş" monarşistlerin bayraklarındaki simgedir. "Kedi resmi" ise coğrafi haritası kediyi andıran İran’ı simgelemektedir.

[7] Mansur Hikmet 1999’da gerçekleştirilen İran Komünist-İşçi Partisi Üçüncü Kongresi seminerlerinden birinde sunduğu "Olumlu Hareket, Olumsuz Hareket" tartışmasına göndermede bulunuyor. Tartışmanın özgün Farsça ses kaydına Mansur Hikmet resmi internet sitesinden ulaşılabilir. m-hekmat.com Bu tartışmanın dosya kodu 3520’dir.

[8] Sözü edilen Kapital ile ilgili tartışma Mansur Hikmet’in Şubat 2001’de Londra Marx Derneği’nde sunduğu "Marx’ın Kapital’ini Yeniden Okumak" başlıklı seminerdir. Bu seminerin özgün Farsça ses kaydına Mansur Hikmet resmi internet sitesinden ulaşılabilir. Bu seminerin dosya kaydı 3200’dür.

[9] "Devrimci Dönemlerde Devlet" ilk kez İran Komünist Partisi’nde sunuldu daha sonra o dönem İKP’nin kuramsal yayını Be Suye Sosyalizm (Sosyalizme Doğru), İkinci Dönem, Kasım 1985, sayı 2’de yayımlandı. Bu makalenin Türkçe çevirisine Mansur Hikmet internet sitesinden ve İran Komünist-İşçi Partisi internet sitesinin Türkçe sayfasından ulaşılabilir. Makalenin Türkçesi ayrıca Teori ve Politika, Güz 2002-Kış 2003, 28-29 sayısında, sayfa 121-166’da yayımlandı. "Ulusal, İlerici Burjuvazi Miti" adlı makale 1979 ve 1980’de Mansur Hikmet tarafından kaleme alındı. Makalenin aslına Mansur Hikmet internet sitesinden ulaşılabilir. Dosya kodları 0110 ve 0111. "İşçiler Arasında Örgütlenme Siyasetimiz" ilk kez İran Komünist Partisi yayını Komünist, sayı 28, Güz 1986’da, daha sonra Mansur Hikmet Toplu Yapıtlar, 6. Cilt, sayfa 109-144’te yayımlandı. Bu makaleye Mansur Hikmet internet sitesinden ulaşılabilir. Dosya kodu: 1210. Sovyetler’e ilişkin tartışmalarsa 1985-1986 arasında İran Komünist Partisi içinde gerçekleştirilen bir dizi tartışmaya göndermede bulunuyor. Bu tartışmaların tamamı Be Suye Sosyalizm’in eki olarak Sovyet Tartışmaları Bülteni adıyla üç cilt biçiminde, 1985-1988 yılları arasında yayımlandı. Bu tartışmaları toparlayan ve socunu bildiren 1986 tarihinde gerçekleştirilen seminer 1988’de Bülten’de yayımlandı, "Rusya İşçi Devriminin Sosyalist Eleştirisinin Ana Hatları" başlağıyla Türkçe’ye de çevirildi ve 1996’da yayımlanan Mansur Hikmet’in Milliyetçilik, Demokrasi, İşçi Komünizmi adlı derlemesinin 117 ile 215. sayfaları arasında yayımlandı (Evrensel Basım Yayın, Derleyen: Siyaveş Azeri). Bu makaleye ayrıca Mansur Hikmet internet sitesinden ve İran komünist-İşçi Partisi Türkçe internet sayfasından ulaşılabilir. Dosya kodu: 2500.


Editör’ün Notu: Okuyacağınız metin Mansur Hikmet’in Mart 2001’de Marx Derneği’nde gerçekleştirdiği seminerin ses kaydından indirilip tarafımca düzeltilmiş biçimidir. Yazılı metinde, genelde, sözlü biçem korundu. Ancak bazı noktalarda, konunun daha kolay anlaşılabilmesi için, sözlü biçem değiştirildi, yer yer kimi sözcük eklendi veya çıkarıldı. "()" içindeki ifadeler Mansur Hikmet’e "(())" içindeki ifadelerse editöre aittir. Azer Macedi Aralık 2005

Türkçesi: Siyaveş Azeri


Turkish translation: Siyavash Azari
hekmat.public-archive.net #3210tu.html