Sweezy ve Betelheim'in Son Tarışmalarına İlişkin*
Sweezy ile Betelheim arasında Monthly Review (37. Cilt, sayı 3 ve 4) dergisinde süren polemik tarafların görüşlerinin ana hatları ve görüş ayrılıklarını yoğun ve kapsamlı biçimde açıkladığından, "Sovyetler sorunu" konusunda dönemimizin "yasal Marksizmi’nin" son çıkarsamalarını ortaya attığından dolayı ilgiye değerdir. Üstelik (örgütlü ve siyasal Marksizm’le karşılaştırıldığında) tartışmaların çoğunda bu "yasal" veya "üniversite Marksizmi"nin sorunları ele alışının düzeyi gerek kuramsal açıdan gerek somut incelemelerin kesinliği, hacmi ve başvurduğu olgular açısından örgütlü, partileşmiş Marksist hareketlerinkinden çok daha yüksek olduğu gerçeği göz önünde tutulduğunda konu daha da ilginçleşiyor.
Ne var ki bu son polemik Sovyetler sorunu konusunda bir çeşit kuramsal ve siyasal donukluk ve yerinde saymanın göstergesidir. Bana kalırsa gerek tartışma taraflarının anlaştıkları noktalar ve ortak varsayımları konusuna gerek Sweezy ve Betelheim arasında tartışmanın ana konusu olan Sovyetler’de sermaye çokluğu ve sermayeler arası rekabet sorununa Marksist bakış açısından temel, önemli eleştiriler getirilebilir. Burada bu eleştirilerin ana hatlarına kısaca değineceğim.
A- Yanlış Varsayımlar ve Anlaşma Noktaları
1) Sweezy de Betelheim da günümüz Sovyet toplumunun gerçeklerinin eleştirisinden "Yirminci Yüzyıl Devrimleri" diye niteledikleri şeyin ilk örneği saydıkları Ekim Devrimi’nin sosyalist karakterini yadsımaya varıyorlar. Her ikisine göre günümüzde Sovyetler’in durumu devrimin hareket sürecinde yenilgisinin değil doğal, organik ve olumlu sonucu ve ürünüdür. Bu yüzden ikisi de bu devrimi nitelerken "sosyalist devrim" sıfatını uygunsuz buluyor yerine "Yirminci Yüzyıl Devrimleri" terimini kullanıyor.
Günümüzde Sovyetler’de egemen olan üretim biçimi ve ilişkilerinin sosyalist olmadığından kuşku duyulmamaktadır, Sweezy Sovyetler Birliği toplumunun "Marksizm’in göz önünde bulundurduğu anlamda" sosyalist sayılamayacağını söylerken kesinlikle haklıdır. Ayrıca Ekim Devrimi’nde veya Sweezy’nin deyimiyle "Yirminci Yüzyıl’ın çok sayıdaki "sosyalist" devrimlerinin hiçbirinde" işlerin Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da tasarladıkları gibi yürümediği de bir gerçektir. Ne var ki Sweezy ve Betelheim’in bu gözlemleri Ekim Devrimi’nin karakteriyle ilişkilendirme biçimleri bütünüyle öznel, akademist ve ekonomisttir. Her ikisi de sorunu bu biçimde yorumluyor:
"Bütün durumlarda yoğun merkezi örgütlenmeye dayalı, üyeleri genellikle rahatsız çeşitli halk kesimlerinden oluşan, çoğu durumda proleter-olmayan önderlikleri bulunan devrimci partilere dayanan rejimler iş başına geldi. Bu rejimler gerçekte Marx’ın da dediği gibi… siyasal üstünlüklerini "sermayenin bütününü ağır ağır burjuvazinin elinden alıp bütün üretim araçlarını devlet elinde toplamak" için kullandılar. Ancak devlet, Manifesto’nun yazarlarının düşünüdüğü egemen sınıf olarak örgütlü proletarya değildi." (Sweezy)
Bu "proleter-olmayan devlet" Sweezy’ye göre yeni bir sömürücü ekonomiyi örgütledi, Betelheim’a göreyse bir çeşit "partili kapitalizm" yarattı. Sweezy ve Betelheim arasındaki karşıtlık bu farklı ekonomik yorumlar çevresinde biçimlenmektedir. Ancak her ikisinin üzerinde anlaştığı nokta bu [Sweezy’ye göre] sosyalist olmayan (Betelheim içinse kapitalist) ekonominin "Yirminci Yüzyıl Devrimleri"nde biçimlenen belirli bir güç biçiminin, "yoğun merkezi örgütlenme ve proleter-olmayan önderliğe dayanan devrimci partiler"in gücünün doğal ürünü olduğudur. Ekim Devrimi de [buna göre] öyle bir devrimdir.
Burada proleter devrim sürecinin bütünü, özellikle de devrimci işçi partisi ve devleti kavramları ile ilgili öznel ve ekonomist bir yorumla karşı karşıyayız. Birincisi, Betelheim ve Sweezy’nin 1917 Devrimi’nde Bolşevik Parti’yle ilgili betimlemeleri yanlıştır. Devrimci proletaryanın partisinin, günümüz dünyasının saldırgan burjuva toplumu ortamında sermayeye karşı alt üst edici devrimi örgütleyecek partinin "yoğun merkezi" örgütten vazgeçebileceğini tasarlamak parlamentarist kuruntularla dolu entelektüel bir sanrıdır. Bu tasarımda bütün karmaşık baskı aygıtı, burjuvazinin komünist karşıtı polis sisteminin bütünü soyutlanmaktadır. Proleter partinin "yoğun merkezi" örgütü, varlığını sürdürmesinin, açık polisiye baskılara ve burjuvazinin üstü kapalı reformist ve liberal baskılarına karşı direnmesinin koşuludur. Bunun yanı sıra Bolşevik Parti’yi "öteki sınıfların rahatsız ögeleri"nin partiye üyelikleri veya fiziksel işçi kökeninden olmayan devrimcilerin partinin önderliğinde olmaları bahaneleriyle proleter parti saymamak ekonomizmin aşırı bir biçimidir. Bir örnek olarak Birinci Dünya Savaşı konusunda Bolşevik Parti’nin proleter-enternasyonalist tutumu ve pratiği olasılıkla Bolşevik Parti’den daha proleter bir dokuya sahip sosyalist partiler ve işçi sendikalarının burjuva-nasyonalist tutmuyla karşılaştırıldığında bu ekonomist çıkarsamanın saçmalığı ortaya çıkar. Kuşkusuz devrimci proletarya partisinin dokusu ve önderliği proleter, işçi olmalıdır. Bu parti sürekli, gündelik biçimde işçilerin çıkarlarının ifadesi, siyasal varlıklarını duyurmalarının çerçevesi olmalıdır. Ancak günümüze kadar hiçbir siyasal, devrimci örgüt bu ülküye Bolşevik Parti’den daha fazla yaklaşmadı. Rusya işçi sınıfının kendi devrimci partisiyle 1917 Devrimi’ne adım attığından kuşku duyulamaz. Bolşevik Parti birçok açıdan daha gelişkin, proleter bir partiye ilişkin tasarımımıza daha yakın olabilirdi. Ancak varolduğu biçimiyle bile Rusya devrimci proletaryasının partisiydi. Son çözümlemede Sovyet deneyiminin eleştirisinin bu açık ekonomist çıkarsamadan, işçi sınıfının devrimci partisiyle ilgili bu entelektüelce beklentilerden başlatılamayacağı ortadadır.
İkincisi, Ekim ayaklanmasının ardından merkezi ve eksenini böyle bir partinin oluşturduğu bir devletin kurulması kendiliğinden hiçbir sapma ve yenilginin başlatıcısı olmadığı gibi 1917 Rusya’sında proleter devrimi sürecinin kaçınılmaz bir ögesidir. Gerçek Sweezy ve Betelheim’ın Rusya proletaryasının yenilgisini bu sınıfın siyasal zaferinin belirli bir biçiminde aradıklarıdır. Devrimci dönemlerde devletin özgüllükleri konusunda daha önce (Be Su-ye Sosyalizm, sayı 2) ayrıntılı açıklamalrda bulundum[1]. Burada vurgulanması gereken nokta şu: Sweezy ve Betelheim’ın proleter devrimi maddi sürecine, doğal olarak ilk adımında işçi sınıfının bir çeşit devrimci devletinin iktidara geçmesi gerektiği sürece ilişkin öznelci kavrayışları gerçekte Rusya proletaryasının nihai yenilgisinin Marksist, doğru çözümlenmesinin yolunu kapatmaktadır. Rusya proletaryası siyasal iktidarının belirli bir biçimini Rusya’da kurmayı başardı. Bolşevik-konsey yönetimi işçi sınıfı devleti ve egemen sınıf olarak işçi sınıfı örgütünün belirli, geçici bir biçimiydi. Açıklanması gereken şey devrimci dönemdeki proletaryanın bu özel devletinin nasıl, hangi koşullarda ve hangi süreçler sonucunda proletarya diktatörlüğünün istenilir biçimine, Marx ve Engels’in anladığı anlamda "egemen sınıf olarak proletaryanın örgütü"ne evrilemediğidir.
Ekim Devrimi sosyalist karakterine ve proletaryanın kısa bir süreliğine kendini egemen sınıf olarak geçici devrimci işçi devleti biçiminde örgütleyebilmesine karşın sonuca ulaşamadı. Sweezy ve Betelheim (gerek erekleri gerek sınıfsal hareketinin kaynakları açısından) Ekim Devrimi’nin sosyalist karakterini yadsıyarak temelde Rusya’da proleter devriminin nihai yenilgisinin sorununun bütününün üzerinden atlıyorlar ve günümüz Marksizmi’nin gerçek kuramsal güçlüğünü gösrmezden geliyorlar.
Üçüncüsü, Ekim Devrimi’nin sosyalist olup olmadığına kesinlikle 70 yıl sonraki ekonomik ve siyasal yazgısına bakılarak karar verilemez. Günümüz Rusya’sının gerçeklerine ilişkin Betelheim ve Sweezy’nin gözlemleri Ekim Devrimi’nin proleter-devrimci karakterini yadsımak için hiçbir gerekçe oluşturmaz; 79 İran Devrimi’nin ürkütücü sonu bu devrimin demokratik, özgürlükçü karakterini yadsımak için gerekçe oluşturmadığı gibi. Devrimler zafere de ulaşabilir yenilgiye de uğrayabilirler. İşçi sınıfının öncü düşünürlerinin kuramsal güçlüğü önceki proleter devrimlerin yenilgisinin koşullarını, nedenlerini ve etmenlerini açıklamaktır. Ekim Devrimi’nin sonu "ilkece" sosyalist bir devrimde olması gereken şey olmadı, öyleyse "herhalde" bu devrim sosyalist değildi [uslamlama] biçimi her türlü bilimsel yöntembilim ve çözümlemeden fersah fersah uzaktır. Bu, gerçek, olan tarihi yeni kuramsl şablonlara uyması için tepetaklak etmeye eştir. Ekim Devrimi kendi zamanında toplumun sosyalist dönüşümünü muştuluyordu, milyonlarca işçi bu devrime katıldı ve zafere ulaşması için çarpıştı, bu devrim işçi sınıfının Marksist önderleri tarafından yönlendirilip örgütlendi, milyonlarca işçi ve emekçinin ağzından toplumun sosyalist dönüşümü ve proletaryanın dünya devrimi programını açıkladı. Kendi zamanında gerçekten varolan proletarya ve dünya bu devrimi sosyalizm için yapılan bir devrim sayıyordu. Sonunun başka türlü olması Marksist araştırmacıyı bu sürecin yenilgiye uğramasının nedenlerini ve temellerini çözümlemeye yöneltebilir yalnızca. Çünkü geçmişin gerçek tarihi artık değiştirilemez. Bu yenilgi sürecinin nedenlerini açıklamak kesinlikle kolay bir görev değildir. Ancak ortaya çıkışlarının nedenleri, devindirici güçleri, eski toplumda doğmalarının zemini ve dinamikleri belli olmayan ve açıklanmayan "Yirminci Yüzyıl Devrimleri" uydurması temelinde dönemimizin bir çeşit toplumsal dönüşüm kuramını uydurmak çok daha güçtür.
2) Sweezy ve Betelheim ekonomi alanında Sovyetler’in ekonomik karakteri konusundaki görüş ayrılıklarına karşın, kapitalizmin Marksist yorumuna yaklaşımları açısından, oldukça benzer yöntemler kullanıyorlar. İkisi de (Betelheim daha za, daha dolaylı biçimde) Marx’ın kapitalizme ilişkin kapsamlı, bütünlüklü yorumunun sınırlı bir değerlendirmesini sunuyor. Sweezy kapitalizmi iki öge temelinde tanımlıyor: 1) Emek ile sermayenin ilişkisi, 2) Sermayeler çokluğu ve sermayeler arası rekabet. Sonra da ikinci öge olan rekabetin Rusya ekonomisinde gözlemlenememesine dayanarak Rusya’yı kapitalist nitelemeye yanaşmıyor. Buna karşı Betelheim zimnen, belirsiz biçimde Sweezy’nin yanlış kapitalizm tanımına değinmekle birlikte bütün çabasını Rusya’daki ekonomik kurumlar ve üretim dalları arasındaki ilişkilerin Batı Avrupa ve Amerika’dakilerle aynı olduğunu, bu yüzden de rekabetin Rusya’da Batı’daki "klasik" anlamında işlediği biçimde işlev gördüğünü kanıtlamaya yöneltiyor. Sweezy tarihsel olarak Batı Avrupa’da gelişen kapitalizmin özgül biçimini kapitalizmin biricik biçimi sayıyor, başka bir deyişle bu biçimi durağan bir örneğe dönüştürüyor. Betelheim (en azından bu polemikte) gerçekte bu biçimi onaylıyor, yalnızca bu örneğin günümüz Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin gerçekleriyle örtüştüğünü Sweezy’ye göstermeye çalışıyor. Sweezy’nin görüşü açıkça Marx’ın kapitalizm kuramının karşısında yer alıyor. Ne var ki Betelheim da gerçekte bu yanlış formülasyonu onaylıyor ve birinici olarak Sovyetler’in kapitalist olduğunu kanıtlamak için gerekli olmadığı, ikinci olarak da oldukça şabloncu ve abartılı olan bir savı kanıtlamaya çalışıyor (Daha aşağıda bu noktaya döneceğim).
3) Betelheim ve Sweezy’nin siyasal çıkarsamaları oldukça farklıdır. Sweezy Sovyetler’in toplumu ve ekonomisine göreceli olumlu bir biçimde bakıyor, oysa Betelheim günümüz Sovyetlr Birliği’yle karşıtlık içindedir. Yine de her ikisi siyasal çıkarsamalar alanını sınıflar üstü, siyaset dışı, akademik bir alana dönüştürüyor. Bir anlamda bu çıkarsamaların ana izleği "Sovyetler mi? Amerika mı? Hangisi daha kötü" düzeyine kadar düşüyor. Sovyetler’de yeni üretim biçimini, kapitalizmi geride bırakan, doğası gereği yayılmacı olmayan, "uluslararası barış"ta çıkarı olan yeni bir sömürücü sınıfı gören Sweezy mücadelenin keskin ucunun "Amerika’nın başını çektiği uluslararası karşı devrim"e yöneltilmesi çağrısında bulunuyor. Buna karşı Betelheim Çin nasyonalizminin çıkarsamalarını canlandırıyor, "daha tehlikeli, daha yayılmacı", kısacası "daha kötü" süpergücün Sovyetler Birliği olduğunu kanıtlamak için üç dünyacı bir anlatıma başvuruyor. Sweezy "günümüzün uluslararası durumunun ciddi tehlikelerini farkeden, durumu iyileştirmek için harekete geçmek isteyenlerin" konumundan, başka bir deyişle "Batı ve Doğu" arasında "gerginliği düşürme" konumundan okurlarının ilgisini Batı Dünyası’nın Sovyetler’e karşı yıkıcı baskılarına yöneltiyor. Bunun karşısında da Betelheim köhnemiş "Rusya Hint Okyanusu’na açılan bir kapı peşindedir" klişesini yinelemekle yetiniyor. İkisinin de değinmediği nokta Sovyetler toplumu ve 1917 Devrimi’nin proletaryanın uluslararası sınıfsal hareketi açısından çözümlenmesi sorununun önemidir. Sovyetler toplumu ve ekonomisiyle uluslararası revizyonizmin bir kutbu arasındaki ilişikiye hiçbir biçimde değinilimiyor. Komünist bir enternasyonal örgütleme yönünde komünist çabaların yenilgiye uğramasında ve bu çabaların geleceğinde Sovyetler deneyiminin konumuna değinilmiyor. Sovyetler Birliği uluslararası barışı, ülkelerin toprak bütünlüğünü etkileyen bir "ülke", bir "süpergüç" dünya çapında siyasal ve askeri bir güç olarak ele alınıyor. Ne var ki komünist proletarya için burjuvazinin uluslararası çekişme alanında siyasal ve askeri bir güç olarak Sovyetler’in global dengelerdeki konumu sorunun yalnızca bir yönüdür. Sovyetler sorununu bu yönüne indirgemek nasyonalist ve jurnalist formülasyonlar düzeyine düşmek demektir. Sovyetler sorunu, ekonomik, üretim ve toplumsal ilişkilerinin çözümlenmesi asil uluslararası proleter-komünist hareketi yeniden örgütleme daha genel sorununun bir ögesidir. Sovyetler sorununun çözümlenmesi asil ve devrimci bir sosyalizmin çehresini genişletmek, proleter devrimin genel stratejisini yorumlamak, revizyonizmi sahne dışına itmek uluslararası proletaryanın örgütlü hareketini kurmak yönündeki ciddi bütün çabaların eksenidir. Bu yönler Sweezy ve Betelheim arasındaki polemikte bütünüyle unutluyor, yerine genel geçer, sıradan nasyonalist, pasifist ve jurnalist yorumlar ve uğraşılar geçiriliyor.
B- Anlaşmazlık Konusu: Sermayeler Çokluğu ve Rekabet
Sweezy ısrarla Rusya'nın mevcut ekonomik ilişkilerinin kapitalist sayılamayacağını savunuyor. Çünkü, ona göre, kapitalizm iki ana özgüllükle tanımlanıyor: Birincisi sermaye ve emek ilişkisi, bir başka deyişle üretim araçlarına hiçbir biçimde sahip olmayan işçilerin ücretli işinin sömürüldüğü sistemin varlığı, ikincisi ise sermayenin iç yasalarının işlediği maddi taşıyıcı olan çok sayıda sermayenin varlığından kaynaklanan rekabet ve sermayeler çokluğudur. Sweezy Sovyetler'in mevcut ekonomik düzenini kapitalist olarak adlandırmanın kaçınılmaz olarak şablonlaştırmaya, Batı Avrupa ve Amerika'nın "klasik" kapitalizminin işleyişini gereksiz yere Rusya toplumunu kapsayacak biçimde genişletmeye yol açacağı, bunun da Sovyetler toplumundaki gerçek ekonomik ilişkilerin tanınması önüne yöntembilimsel, pratik bir engel yaratacağı konusunda uyarıda bulunuyor.
Sweezy'nin bu çıkarımına döneceğiz. Ancak bu uyarı doğrudan Betelheim türünden bir yaklaşımı göz önünde bulundurduğu ölçüde yerinde gibi duruyor. Betelheim'in Sovyetler'de kapitalist rekabeti, sermayeler çokluğunu ve bağımsızlığını kanıtlama yönündeki çıkarımları doyurucu olmaktan oldukça uzak görünüyor. Sovyetler'deki kurumlar, bakanlıklar veya üretim kollarının yöneticileri veya yetkilileri arasında ham madde, üretim araçları, krediler vs. konularında rekabetin varlığının kanıtlanması kendi başına Sweezy'nin ortaya attığı bulanıklığı yanıtlamaz. Bütün bürokrtaik yönetsel sistemlerde veya olasılıkla bütün büyük tröst veya ekonomik kurumlarda yöneticiler büyük olasılıkla çeşitli konularda birbirleriyle rekabete girerler. Ancak bu rekabet onların bireysel, bağımsız sermayelerin sahipleri ve yöneticileri konumuna yerleşmeleri anlamına gelmez. Ürünlerin Sovyetler'de meta olması kendi başına bu ürünlerin bağımsız, bireysel sermayeler tarafından üretildikleri konusunda bir şey söylemez. Genel bir programın yokluğu veya bu programın biçimsel özgüllüğü de kendi başına çok sayıda sermayenin işleyişine dayalı ekonomik bir mekanizmanın varlığını tanıtlamaz. Betelheim böyle bir durumda da sözcüğün dar anlamında sermayeler çokluğunu ve Sovyetler kapitalizminde rekabet etmeninin "klasik" Batı kapitalizmindekiyle özdeşliğini değil yalnızca geniş kapsamlı bir işbölümünün varlığını, üretim kollarının genel programdan görece bağımsızlıklarını, Sovyetler devletinin genel bir program tasarlamakta yetersizliğini vb. tanıtlamış olur. Betelheim Sweezy'nin kapitalizmin özgüllüğünü tanımlarken dayandığı yanlış varsayımlar temelinde ona yanıt vermeye girişirse, bir başka deyişle Rusya kapitalizminde rekabetin işlevinin Batı Avrupa ve Amerika kapitalizmiyle özdeş olduğunu kanıtlamaya çalışırsa sermayeler çokluğu ve sermayenin farklı kesimleri arasında rekabetin Rusya'da toplumsal sermayenin bütününün iç yasalarının işleyişinin maddi taşıyıcısı ve zemini olduğunu göstermekle yükümlü olacaktır. [Betelheim] sermaye birikiminin iç yasalarının temelde çok sayıda sermaye arasındaki rekabet yoluyla varlığını maddileştirdiğini göstermek zorundadır. Sermayenin farklı kesimlerinin kar payının, fiyatların, sermayenin emeğe oranla artış dürtüsünün, işbölümünün evriminin biçiminin, çeşitli üretim kollarında sermaye tahsisinin biçiminin ve sermayelerin yer değiştirmesinin vb. bu rekabetin işleyişine bağlı olduğunu [göstermelidir]. Betelheim bunları göstermiyor, Rusya'da yöneticiler ve bakanlar arasında rekabetin varlığına ilişkin yüzeysel, genel ve üstyapısal bir açıklamayı böyle bir tanıtlamanın yerine koyuyor.
Gerçekte Rusya'da kapitalizmin varlığını kanıtlamak için sermayeler çokluğunu, bunların birbirinden bağımsızlığını ve aralarındaki rekabeti kanıtlamaya gerek yoktur. Betelheim Sweezy'nin kapitalizmin özgüllüklerine ilişkin şabloncu ve mekanik değerlendirmesini zımnen onaylayarak gerçekte Sweezy'nin eleştirileri karşısında çıkmaza giriyor. Oysa tarıtşmayı tam da Betelheim'in bıraktığı yerden sürdürmek gerekir: Sweezy'nin kapitalizm ve "ikili" özgüllüğüne ilişkin yanlış tanımından, Sweezy'nin kapitalizm yorumunda rekabet ve sermayeler çokluğuna atfettiği yanlış konumdan [başlamak gerekiyor].
Sweezy'nin kapitalizmi tanımlarken "sermayeler çokluğu ve rekabet" etmenini emek-sermaye ilişkisiyle özdeşteştirme girişimi ve çabası gerekçelendirilemez ve fazlasıyla tek taraflıdır. Kapitalizmde sermayeler çokluğu ve sermayeler arası rekabet konusundaki açıklamalarıysa, en iyi durumda, ciddiyetsizdir. Ayrıca Sweezy'nin Sovyetler Birliği ekonomisinde emek-sermaye ilişkisinin varlığını kabul edip vurgulamasına karşın "sermayeler çokluğu ve rekabet" gözlemlemediğinden Sovyetler ekonomisini kapitalist nitelemeyi reddetmesi anlaşılamazdır.
Bu noktaları birer birer iredelememiz gerekmektedir:
1) Sweezy kapitalizme ilişkin oldukça dar, evrensellikten uzak bir tanım sunmak durumundadır. [Konuyla iligili] şöyle yazar:
Benim anladığım kadarıyla kapitalizm 15. veya 16. Yüzyıl'da Batı Avrupa'da ortaya çıkıp sonraki 300-400 yıllık dönemde dünyanın büyük bölümüne egemen olan belirli tarihsel bir toplum biçimidir.
Kapitalizmin bu "tarihsel" açıdan "belirli" biçimi temelinde Sweezy kendi açısından bu sistemin temel özgüllüklerini dile getirir. Bu "tarihsel açıdan belirli" biçimde sermayeler çokluğu ve sermayeler arası rekabet yaşamsal, merkezi bir konumda yer alıyordu. Bu ekonomik biçim rekabetle birlikte, sermayeler çokluğu temelinde ve bu etmenleri varsayarak oluştu, kaçınılmaz olarak da sermayeler çokluğu ve rekabet bu üretim biçiminin varlığının temel özelliklerinden birine dönüştü. Ne var ki Sweezy burada duruyor, Marx'la bu "özgül Avrupalı tarihsel" biçimin gerçek, evrenselleştirilebilen özgüllüğünü ortaya çıkarmaya kadar ilerlemeyi sürdürmüyor. Marx da, doğal olarak, bu belirli tarihsel biçimi, rekabet ve sermayeler çokluğuyla, inceledi, ancak bu düzenin belirleyici özellikleri ve özgüllüklerini sermayeler çokluğu ve çeşitli sermayeler arası rekabete ilişkin gözlemlerin çok ötesinde, daha soyut biçimde tanımlayabildi. Bu düzenin belirleyici özelliği onu öteki üretim biçimlerinden ayıran şeydir. Belirli üretim ilişkilerinin kendilerine uygun ekonomik kategoriler ve toplumsal ilişkileri de yanlarında taşıdığı apaçıktır. Ancak bu üretim biçimini öteki üretim biçimlerinden ayıran şey, bir başka deyişle bu yeni dezenin belirleyici özelliği artık-üretimin doğrudan üreticiden alındığı özgül biçimdir. Kapitalist düzenin belirleyici özelliği sömürünün bu düzendeki özgül biçimidir. Bu da Marx'ı emek gücünün metalaşmasını, iş sürecinin artdeğer üretimi süreciyle birleşmesini açıklamaya vardırıyor. Ücretli emeğin sömürüsü, bir başka deyişle Sweezy'nin Sovyetler ekonomisine egemen olduğunu kabul ettiği "emek-sermaye ilişkisi"nin ta kendisi kapitalist düzenin belirleyici özelliği ve ayırıcı özgüllüğüdür. Marx'ın (Kapital'de, Artıdeğer Kuramları'ında, Grundrisse'de ve hemen hemen bütün ekonomik yazılarında) kapitalizme ilişkin bu yorumu açıkça ifade edilmektedir. Bu yüzden Sweezy'nin "sermayeler çokluğu ve rekabet" etmenlerini kapitalizmin ikinci dayanağı diye tanımlamadaki ısrarı anlaşılmamaktadır. Böylece Marx Sweezy'nin de çıkarımlarının temeli olarak nitelediği "belirli tarihsel" kapitalizmi incelemek yoluyla kapitalist üretimin genel özgüllüğünü çözümleyip bu "belirli tarihsel" çerçeveyi kırıyor.
2) Ancak daha önemli olan nokta Marx'ın bu belirli 18. ve 19. Yüzyıl Avrupa kapitalizmine ilişkin yorumunda sermayeler çokluğu ve rekabetin Sweezy'nin [bu etmenlere] atfettiği konuma sahip olmamasıdır. Marx sermayaler çokluğu ve sermayeler arası rekabet konusunu doğru uğrağında, uygun bir soyutlama düzeyinde işin içine katar. Sweezy soyutlamanın en temel düzeyinde, kapitalist düzenin en genel özellikleri ve özgüllüklerinin açıklandığı düzeyde bu etmeni işe katmakta ısrarcı. İşin ilginç yanı bizzat Sweezy'nin konuyla ilgili Marx'tan aktardığı alıntıların çıkarımlarını geçersiz kılmasıdır. Marx sermayaler çokluğu ve sermayeler arası rekabeti daha somut bir düzeyde tartışmaya dahil eder. Kapitalist üretimin genel yasalarını çıkarsayıp kanıtlamak için, bir başka deyişle artıdeğer, emek gücünün sömürüsü, emek gücünün değeri ve ücret, işsizler ordusu, sermaye birikimi ve sermayenin organik birleşimi, toplumsal sermaye bütününün geniş ölçekli yeniden-üretimi, kar oranının düşüş eğilimi yasasını bile açıklamak için Marx'ın sermayeler çokluğu ve rekabet etmenlerini çözümlemeye katmaya hiç de gereksinimi bulunmamaktadır. Marx bunları genel toplumsal sermaye ve sermayenin genel, örneksel niteliğine ilişkin genel varsayımlarından çıkarsar ve yalnızca kapitalizmin ve sermaye birikiminin temel yasalarını çıkarsadıktan sonra çeşitli sermayelerin karşılıklı ilişkilerinin ve kapitalist düzenin genel yasalarının gerçekleşmesinin özgül biçimlerinin iredelenmesinin daha somut düzeyine varır. Bir başka deyişle çözümsel açıdan Marx, sermayeler çokluğu ve rekabet etmenlerinden bağımsız, kapitalizmin deviniminin temel yasalarını ve bu düzenin temel özgüllüklerini inceler, daha sonra bu somut etmeni -[sermayeler çokluğu ve rekabeti]- bu yasaların kapitalist üretimin sürmekte olan işleyişinde gerçekleşmelerinin biçimini açıklamak için tartışmaya sokar. İşte bu daha somut düzlemde Marx adım adım üretim araçlarının (çeşitli sermaye) sahiplerinin etmenini işe katarak artıdeğerden daha somut olan kar, faiz, tecimsel kar ve kiraya ve değer kategorisinden üretim fiyatlarına vs. varır.
Rekabet konusunda Marx kısa da olsa açıkça bu ilişkinin çözümlemesindeki yerini açıklamıştır. Rekabet kapitalist üretimin genel yasalarını, eş deyişiyle toplumsal sermayenin bütününün içsel yasalarını sermayenin ögelerine dayatan ve [bu yasaları] onlar için duyulur kılan çeşitli sermayeler arasındaki gerçek ilişkidir. Rekabet genel sermayenin özsel ve genel yasalarını sermayenin ögelerine uygulanan maddi, pratik ve dışsal baskılara çeviren özgül ilişkidir. Rekabet sermayenin özsel yasalarını maddileştiren ve edimselleştiren ilişkidir.
Rekabet, tarihsel açıdan, kapitalist üretimin belirip egemenleşmesinin koşuluydu, çünkü sermaye bu yolla devimini önleyen engelleri, lonca (gild) düzeni gibi eski üretim biçimlerinin yoluna yerleştirdiği engelleri kırıp aştı (Grundrisse, İngilizce çeviri, s. 649-50). Buraya kadar rekabet sermayenin varoluşunun çözümsel koşulu ve özgüllüğü değil belirmesinin tarihsel koşuludur. Ancak Marx tartışmasını daha da ilerletip rekabetin konumu ve rolünü bizzat kapitalist sistemin içinde, bir başka deyişle yerleşik kapitalist ilişkiler çerçevesinde de çözümler. Rekabet sermayenin kendisiyle bir başka sermaye olarak karşıtlaşması ve karşılaşmasıdır. Rekabet sermayenin edimsel etkinliğidir:
Rekabet sermayenin edimsel gelişimidir. Rekabet dolayımıyla sermayenin özüne ilişkin her şey bireysel sermaye için dışsal zorunluluğuna dönüşür. Sermaye kavramına ilişkin ne varsa sermayeye dayalı üretim biçimi için dışsal bir zorunluluk biçiminde belirir (Grundrisse, 650-51).
Bu öylesine geçerli bir yön ki Ricardo gibi en derin ekonomi düşünürleri –[sermayeye] egemen yaşamsal eğilimler gibi de görünen- sermaye yasalarını doyurucu biçimde yorumlayabilmek için serbest rekabetin salt egemenliğini varsayarlar (agy, s. 651, italikler asıl metinden).
Kapitalist ekonomik yasalarını yorumlamak için rekabetin "varsayılması" hem Betelheim hem de Sweezy’nin içine düştükleri yanılgıdır. [Bunun nedeni] rekabetin, kapitalizmin tarihsel gelişiminin ayrılmaz parçası veya temel bir rolü olmadığı değil sermaye yasalarının sermayenin özünden, sermaye kavramından ve sermayenin genel özelliğinden kaynaklanmasıdır. Sermayeler çokluğu ve rekabet bu yasaları gerçek sermayelerin gerçek ilişkilerine taşıyan kaptır.
Rekabet yalnızca sermayenin özünde yatan şeyi gerçek biçimde açığa vurur ve dışsal bir zorunluluk biçiminde devindirir. Rekabet çeşitli sermayelerin sermayenin özsel kurucu ögelerini birbirlerine ve kendilerine dayatma yolundan başka bir şey değildir (agy, s. 651).
Bu ilişkinin en açık örneklerinden biri sermayenin birikim süresince organik (değersel ve teknik) bileşimini artırma özsel eğilimidir. Sermaye sürekli biçimde durağan sermayeyi değişken sermayeye göre büyütür. Marx bu yasayı sermayeler çokluğu ve rekabeti konusundan bağımsız bütün olarak sermayenin genel çözümlemesinden çıkarsar. Ancak gerçek dünyada bu yasa rekabet yoluyla sermaye ögelerine dayatılır. Rekabet alanında kalmak isteyen sermaye sürekli biçimde sermaye-emek oranını, değişken sermayeye göre durağan sermaye oranını artırmak (ve bunun yanı sıra üretim tekniğini geliştirmek) durumundadır. Bu yasa rekabete dayanmıyor ve çözümsel açıdan çeşitli sermayeler ve rekabetlerini gereksinmiyor. Ancak bu yasanın maddi taşıyıcısı ve edimselleşme yolu, bir başka deyişle bireysel sermayeler için dışsal bir zorunluluğa dönüşme yolu rekabettir.
Rekabet kapitalist düzenin özgüllüklerini açıklamada emek ve sermaye düzeyinde bir kategori ve kurucu öge olmadığı, bu kavramlarla aynı soyutlama düzeyinde yer almadığı gibi yalnızca (bu "yalnızca" rekabeti önemsiz göstermek için değildir) sermayenin, Marx’ın tanımına ve çözümlemesine göre rekabetten önce varolan ve söz konusu edilen, içsel ve özsel yasalarının edimselleşme ve dışsallaşmasının etmeni ve taşıyıcısıdır.
Ancak birincisi, rekabetin sermayenin özsel yasalarının edimselleşmesinin "klasik" biçimi olduğu kuşku götürmez. İkincisi, kapitalist üretim yasalarının egemenleşmesinin tarihsel açıdan kaçınılmaz biçimidir. Üçüncüsü, en azından kapitalizmin Batı Avrupa’da oluşan biçiminin işleyişini ilgilendirdiği kadarıyla, yaşamsal bir etmendir. Sovyetler toplumunun Marksist çözümlemesi, Betelheim gibi dogmatik biçimde bu toplumda "klasik" anlamda rekabet ve sermayeler çokluğunu kanıtlamaya girişmek istemiyorsa, hangi maddi mekanizma veya mekanizmaların gerçekte sermayenin birikim sürecinin özsel zorunluluklarını ve yasalarını dışsal ve duyulur zorunluluklar biçiminde bu ülkedeki kapitalist sınıfa ve farklı kesimlerine dayattığını açıklamakla yükümlüdür. Bu konuya daha aşığıda döneceğiz ancak ilginç bir noktaya değinmekte yarar var. Marx Grundrisse’deki tartışmasının devamında bir anlamda bizim günümüzdeki güçlüğümüzü öngörüyor:
Sermaye güçsüz olduğu sürece köhnemiş üretim biçimlerinin veya sermayenin ortaya çıkışıyla süreleri dolan biçimlerin değneklerine dayanır. Güçlendiğini duyumsar duyumsamaz değnekleri bir yana bırakıp kendi yasalarına göre davranır. Kendi varlığının gelişmeyi engellediğini duyumsayıp anladığında görünürde serbest rekabeti sınırlayarak sermayenin egemenliğini pekiştiren ancak aynı zamanda sermayenin ve sermayeye dayalı üretim biçiminin parçalanmasının müjdeleyicisi olan biçimlere sığınır (agy, s. 651).
İşin doğrusu dönemimiz kapitalizminin bu son aşamada bulunduğudur. Sermayenin rekabetten başka biçimlere "sığınması" [Sovyetler’de] rekabete uygulanan sınırlamaların daha fazla olmasına karşın Sovyetler kapitalizmine özgü değildir. ABD, İngiltere, Fransa, İskandinav ülkelerinde ve Sweezy’nin "tarihsel açıdan belirli" kapitalizminin biçimlendiği coğrafyanın bütününde günümüzde rekabet artık sermayenin özsel yasalarının dışsal zorunluluklar biçiminde sermayenin ögelerinin karşısına çıkmasının biricik biçimi değildir. Devletler, kamu politikalar ve kamu kurallar, tekeller arası [perde arkası] oyunlar gibi, en azından ulusal ölçekte sermayenin ögelerini rekabetten başka ve rekabetin yanı sıra (bir ülkenin sınırları içinde) çeşitli biçimlerde genel toplumsal sermayenin birikim gereksinimleri ve zorunluluklarıyla karşı karşıya getirir. Bir başka deyişle günümüzde sermaye yalnızca rekabet dolayımıyla kendisiyle sermaye biçiminde karşılaşıp karşıtlaşmıyor. Devletler, (Rusya’nın da tabii olduğu uluslararası öçlekte rekabetten kaynaklansa bile) önsel ekonomik politikalar temelinde, büyük ölçüde toplumsal sermayenin bütünü ve sermaye birikiminin genel koşullarının temsili ve sözcülüğünü üstlenmiş bulunuyorlar. Sermaye ögelerinin devletle ilişkisi sermaye ögelerinin sermayenin özünden, bütün sermayeden kaynaklanan dışsal, nesnel zorunluluklarla karşılaşmalarının bir biçimidir. Bu ilişkiyi artık yalnızca rekabet çerçevesinde açıklamak olanaksızdır. Devletlerin günden güne artan etkinliği, sermayenin edimsel etkinliğinin daha büyük bölümlerinin rekabet alanının dışına çıkarılması ve sermayenin kamu (devletsel) kararlar alanına aktarılması görünürde sermayenin egemenliğini "pekiştirmiştir". Ancak tam da Marx’ın betimlediği gibi dönemimiz kapitalizminin parçalanmasının ve müzmin, özsel bunalımının ifadesidir.
Sweezy’nin kapitalizm tanımının "ikinci dayanağı" yanlış ve fuzuli olmakla kalmıyor günümüzde, sözü edilen "tarihsel açıdan belirli" kapitalizmin pratikte gelişme sürecinde de adım adım bozuma uğruyor. Marksistlerin Sovyetler’de kapitalizmin özelliklerini açıklarken [karşılaştıkları] güçlük sermayeler çokluğu ve rekabetinin varlığı ve egemenliğini göstermek değil belirli tarihsel nedenlerden dolayı kesin biçimde yerleşme ve gelişme sürecinde ve günümüzdeki işleyişinde rekabetin kapitalizmin klasik gelişme biçiminde sahip olduğu konumda olmadığı kapitalist bir sistemde sermayenin maddi ve edimsel işleyişini açıklama güçlüğüdür. Bu, Betelheim’in şabloncu bakış açısına yöneltilebilen eleştiridir. Ancak Sovyetler kapitalizminde rekabetin rolünün sınırlı olmasına karşın Sovyetler’deki ekonomik ilişkiler tam da emek ve sermaye ilişkisi anlamına gelen ücretli emek ilişkisinin varlığı dolayısıyla kapitalisttir. Bu da Sweezy’nin aynı ölçüde şabloncu ve öznel savıyla karşıtlığımızın nedenidir.
3) Tartışma daha soyut bir düzlemde izlenebilir. Sermayeler çokluğu, dolayısıyla da rekabet olmaksızın (çeşitli meta sahiplerini varsayan) değişim değeri, para, ürünlerin meta biçimi, fiyat, kar biçimleri, faiz ve tecimsel kar varlığı ortadan kalkar ve olanaksızlaşır denebilir. Bizzat Kapital’de Birinci ve İkinci ciltlerin neredeyse bütününde sermayeler çokluğuna değinilmeksizin kapitalizmin çözümlendiğine karşın yine de meta, değişim değeri ve para uslamlamanın kalkış noktasını oluşturmuyor mu?
Sweezy böyle bir uslamlamayla ortaya çıkmıyor çünkü temelde kapitalizm tanımının "ikinci dayanağı" konusunda herhangi bir gerekçelendirme önermiyor. İşin ilginç tarafı Sovyetler’de ürünlerin meta biçimini ve –artıdeğerden ayrı olarak- karın varlığını sermayeler çokluğuna bağlayanın Betelheim olmasıdır. Bu uslamlamayı da kısaca yanıtlamamız gerekiyor.
[Üretim araçları] sahipleri ve üretim araçları çokluğunun kapitalizmin oluşumunun tarihsel koşulu, rekabetinse önceki üretim biçimlerine üstün gelmesinin pratikteki taşıyıcısı olduğu kuşku götürmezdir. Ancak Marx’ın bütün tartışması kapitalizm kendi yasalarına dayandığında bu tarihsel gerekliliklerle ilişkisini kopardığı biçimindedir; değişim değeri ve kapitalist üretimde ürünlerin meta biçimi artık kendi bağımsız varoluşlarına kavuşuyor ve bundan sonra çeşitli ürün sahiplerinin etkileşimine değil emek-sermaye ilişkisine dayanıyor. Bu uğrakta değişim değerini nesnel olarak zorunlu kılan sermayeler çokluğu değil bütün ürünlerin emeğin bir meta ve (toplumun belirli, sınırlı bir kesimine ait olan ve işlemek için mübadeleye girmeleri gereken) üretim araçlarıyla doğrudan mübadeleye girmeye zorunlu olduğu kapitalist çalışma sürecinin sonucunda ortaya çıktığı gerçeğidir. Kapitalist üretimde emeğin bütün ürünleine meta özelliği atfeden şey emeğin bu meta özelliği ve üretim araçlarından ayrılığıdır. (Meta sahipleri olarak) emek gücü sahipleri ile üretim araçları sahipleri arasında mübadele ortadan kalkmadığı sürece üretim araçları sahiplerinin kendi aralarındaki mübadeleyi sınırlayıp sınırlamamalrından bağımsız olarak mübadelenin bütün temeli, değişim değeri, para ve genelleşmiş meta üretimi olduğu gibi kalır. Tarihsel açıdan emek gücü üretim ve tüketim araçlarından sonra metalaştı. Ancak bu tarihsel olay gerçekleşince emek gücü metalaşıp sermayeyle mübadeleye girer ve bundan sonra genelleşmiş meta üretiminin ve buna uygun bütün kategoriler ve ilişkilerin maddi temeline dönüşür. Sovyetler’de bizzat emek-sermaye ilişkisinin varlığı, kendi başına, ürünlerin meta biçimini, parayı, ürünlerin değersel ve parasal ölçümünü ve artıdeğerin özgün "kar" biçiminde sahiplenilmesini zorunlu ve kaçınılmaz kılmaktadır. Bu biçimler tarihsel açıdan üretim araçlarının özel mülkiyeti çokluğunun ürünüdürler, ancak çözümsel açıdan kapitalist üretimde, sermayeler çokluğu ve rekabetin bütünüyle geçerli olduğu uğraklarda bile, bütünüyle emeğin meta özelliğinin ürünüdürler.
Toplamda Betelheim’ın Sovyetler’de sermayeler çokluğu ve rekabeti konusunda uslamlamaları basmakalıp ve inandırıcılıktan uzak kalıyor. Aynı biçimde Sovyetler ekonomisinin çevrimsel bunalımları ve iniş çıkışları ve bu ekonomideki "ultra birikim" konusunda çözümlemesi yüzeysel ve sığ kalıyor. Örneğin Betelheim "ultra birikim" mekanizmasını kendi kişisel veya kurumlarının konumlarını yükseltmek veya planın belirlediklerini gerçekleştirmek için gereğinden fazla sermaye, ham madde ve emek gücü kullanan "yöneticilerin kararları" temelinde açıklıyor. Sovyetler’in yayılmacılığının temellerini çözümlerken Betelheim düzgülü bir tartışma bile sunamıyor ve bu yayılmacılığı Çarlık Rusya’nın yayılmacılığının devamı sayıyor. "Sıcak denizlere ulaşmak" veya "bir deniz gücüne dönüşmek" gibi savları günümüzdeki modern, kapitalist Rusya’nın yayılmacılığının temellerini çözümlemede ciddiye almak oldukça güçtür. Betelheim’ın tartışmalarını değersiz "üç dünyacı" ve nasyonalist çözümlemelere yaklaştıran böylesi yüzeysel çözümlemeler sözü edilen bu son makalesinde sıkça görünüyor.
Buna karşı Sweezy’nin konumunun özgüllüğü öznelliği ve kuramsal seçmeciliğidir; görünüşe bakılırsa bu "yeni üretim biçimi" görüşü savunucularının ortak paydası ve özelliğidir. Birincisi, daha önce değinildiği gibi, bir düzende sermaye ve ücretli emeğin egemenliğini kabul etmek, buna karşın onu "yeni üretim biçimi" olarak nitelemek fazlasıyla keyfi ve ilkesizcedir. Sweezy yeni üretim biçimi savının Marksizm’in maddi ve tarihsel bakışının genel bir revizyonunu gerektirdiğine dikkat etmemektedir. Yalnızca bu savı bir başına kapitalizmin Marksist eleştirisine ve proleter devrim kuramına eklemlemek olanaksızdır. Kapitalizm ve sosyalizm arasında yeni bir üretim biçimi "bulgulayan" kişi bu sava uygun düşünsel düzeneğin gerisini de sunma bilimsel görevini üstlenmelidir. Bu savın savunucularının karşısına birçok soru çıkmaktadır: Bu yeni üretim biçiminin oluşturucu ögeleri, ekonomik, siyasal, kültürel, örgütsel vs. açıdan, eski sistemde (kapitalizmde) hangi biçimlerde ortaya çıkıp gelişmişlerdi? (Yeni bir ekonomik ve toplumsal düzen durup duruken ansızın yer küresinde belirmez.) Acaba artık kapitalizm son sınıfsal ekonomik formasyon ve sınıfsal sömürünün son ve en genelleşmiş biçimi değil midir? Bunu varsayarak, hangi sınıfsal ve toplumsal mücadele, hangi nesnel çelişkiler ve hangi nesnel tarihsel gidiş kapitalist toplumu bu yeni üretim biçimine doğru devindirir? Varolan kapitalist toplumların bu yeni üretim biçiminden geçişleri kaçınılmaz mı? Toplumun sosyalizme sonraki dönüşümünün zorunluluğu ve olanağını çıkarsayabilecek bu yeni üretim biçiminin çelişkilerinin materyalist bir çözümlemesi mevcut mu? Varolan toplumun hangi çelişkileri bu yeni üretim biçimiyle çözülüyor hangileri ilerliyor, kapitalist toplumun hangi siyasal ve kültürel güçlükleri bu yeni üretim biçiminde çözüme kavuşup proleter devriminin gündeminden çıkıyor? Bu yeni üretim biçiminin ekonomik ve toplumsal ilişkilerinin üretimi ve yeniden-üretiminin mekanizmaları hangileridir? Bu yeni üretim biçiminin varlığı proleter devrim kuramının (sosyalist devrimin zorunluluğu ve olanaklılığı) ve bu devrimin insanlığın kurtuluşuyla ilişkisinin yadsınması anlamına gelmiyor mu? Yeni üretim biçiminin ortaya çıkışı insanlığın toplumsal tarihinin lokomotifi olarak proletarya ile burjuvazinin mücadelesinin yerini yeni sınıfsal mücadele biçimlerinin alması anlamına gelmiyor mu? Şimdiden sınıf mücadelesi kuramında bu yeni sömürü düzeninin maddi temelleri olan kesimler lehine revizyonda bulunmak gerekmez mi? Sorular ve çelişkilerin sonu yok. Bir ögesi kapitalizmi insan toplumunun son sınıfsal örgütlenişi olarak tanımak olan Marx’ın tarihsel materyalizmi ve proleter devrim kuramı düşünsel düzeneğinde bütün bu güçlüklere ayrıntılı yanıtlara sahiptir. Yeni üretim biçimi savı savunucuları da bütünlüklü ve doyurucu bir sistem önerebilmelidirler. İkincisi, Sweezy’nin temelde bu üretim biçiminin yorumunda bile başarısız kalmasıdır. (Monthly Review’nun aynı sayısında yayımlanan Magdoff’un bir makalesinden esinlenerek) Sovyetler’in ekonomik sisteminde nesnel ekonomik yasaların, bir başka deyişle egemen sınıfın ekonomik ve siyasal patronlarının siyasa ve eğilimlerinden bağımsız ekonomik yasaların bulunmadığını savunuyor. Başka türlü söylersek, Sovyetler ekonomisinin işleyişi sürekli biçimde hiçbir altyapısal zorunluluğa tabi olmayan egemen bir sınıfın kararları, siyasetleri ve çıkarlarının türevidir. Bunun adını "üretim biçimi" koyamayız. Bu Sovyetler’de üretim biçiminin yokluğunun, keyfi ve değişken bir ekonomik düzenlenmenin bulunduğunun ifadesidir. Böylece, görünüşe bakılırsa, birkaç yıl bocalamadan sonra sonunda Sweezy Critique dergisinin editörü Hillel Ticktin’in saçma, materyalizm dışı savlarına varmış bulunuyor. Bu ikisi arasındaki ayrım belki de Ticktin’in ayaklarının yerden daha kesik olması ve üretim biçimi kategorisi yerine açıkça Rusya’da "artıklar ekonomisi" egemenliğinden söz etmesidir. Sweezy (varlığını kabul ettiği) Sovyetler’de bizzat emek-sermaye ilişkisinin varlığının veya bizzat bir çeşit (üretim araçları) mülkiyetinin bulunmasının bu ilişkilerden kaynaklanan ve bunları yeniden-üreten nesnel ekonomik yasaların zorunlu varlığı anlamına geldiğini unutuyor. Sweezy’nin yeni üretim biçiminde "ekonomik yasaların" yokluğunu ifade etmek birkaç satır yukarıda, makalesinin başında Sweezy’nin varlığını kabul ettiği Sovyetler’de emek-sermaye ilişkisinin yokluğunu açıklamak anlamına gelmektedir. Üçüncüsü ve son olarak, Sweezy’nin görüşleri Betelheim’a yönelttiği uyarının tam ters yönünde işlemektedir. Sweezy kapitalizmin (şu sözü edilen "tarihsel açıdan belirli" Batı kapitalizmi) şabloncu bir modelinin Sovyetler toplumunun özgül ekonomik özelliklerini kavramayı önlemesinden kaygılanıyordu. Ancak kendisi bir sonraki adımda okuru salt bir yasasızlıkta, herhangi bir nesnel devim ve işleyiş yasallığı bulunmayan ekonomik bir "düzen"de bırakıyor. Bu düzen her gün yeniden, "egemen sınıf"ın, "bürokrasi"nin veya "seçkinler"in eğilimleri ve siyasetlerine bağlı olarak bir yana dönüyor veya dönebiliyor. Sweezy şablonculuk korkusundan bilim, materyalizm ve Marksizm’in özünü bir yana bırakıyor "müneccimliğe", Sovyetler’in "egemen sınıfları"nın kendinde erekleri, sınırsız, kayıtsız, koşulsuz olanakları konusunda tahmin ve falcılığa soyunuyor. Bu, öznelciliğin doruğudur.
* * *
Komünist hareket Sovyetler’e egemen ekonomik ilişkilerin doğru bir yorumunu gereksinmektedir. Sweezy ve Betelheim arasındaki tartışma bu alanda yol gösterici olmadığı gibi büyük ölçüde yanıltıcı ve kafa karıştırıcıdır. Sovyetler’de emek-sermaye ilişkisinin egemenliğinin kanıtlanması buradaki düzenin kapitalist olduğunu kanıtlamak için yeterlidir. Ancak Sovyetler ekonomisinin kapitalist oluşundan Batı Avrupa ve Amerika’da "klasik" kapitalizmin belirleyici özellikleri olan (rekabet ve burjuvaların özel sermaye mülkiyeti gibi) daha somut ögelerin olduğu gibi ve neredeyse aynı biçimde Sovyetler’de gözlemlenebilmesi gerektiğini çıkarsamamalıyız. Sovyetler’de özel tarihsel koşullarda, özellikle proleter bir devrimin yenilgisi sürecinde, sosyalizm adı altında hareket eden tekelci devlet kapitalizminin belirli bir biçimi ortaya çıktı. Sorun bu kapitalizmin deviniminin ve maddi işleyişinin özgül biçimlerinin ve kapitalist üretimin genel yasalarının üzerinden işlerlik kazandığı ekonomik mekanizmalar ve yapıların tanınmasıdır. Örneğin Sovyetler tarzı ülkelerde burjuvazinin kişisel mülkiyeti ciddi ölçüde zayıflatılmıştır, toplu sınıfsal bir denetim ve mülkiyette çözülmüştür. Bu gelişmelerle birlikte mülkiyetin bireysel özgüllüğüne ve sermaye sahiplerinin bireysel bağımsızlığına bağlı bütün pratik mekanizmalar da merkezi önemlerini yitirmişlerdir. Bu, rekabetin bir yana itilip siyasal ve yönetsel bir mekanizma aracılığıyla burjuvazinin iç ilişkilerinin düzenlenmesinin ön plana çıktığı bir sistemdir. Böyle bir sistem işlerliğini 1930’lu yıllarda Rusya’nın endüstrileşme sürecinin ilk aşamasını hızlandırıp ilerletmekle gösterdi. Ancak buna karşı günümüzde gelişmiş kapitalist ekonominin gereksinimlerini, özellikle tüketim gereksinimlerini karşılamada organik güçsüzlüğünü, sermaye yatırımındaki kırılganlığını, yeni teknolojiler sunmada ve ürünlerin dayanıklılığını artırmada [yetersizliğini] gözler önüne sermmektedir. Bu düzende proletarya ile burjuvazinin ilişkisinin ve bunalımların ortaya çıkışının biçimi, toplumsal sermayenin farklı kesimleri arasında artıdeğer dağıtımının mekanizmaları vs.nin özgüllükleri bulunmaktadır. Marksist çözümleme Sovyet tipi tekelci kapitalizmin eleştirisini derinleştirmelidir. "Klasik" kapitalizmin işleyişine ilişkin gözlemlerin mekanik veya şabloncu genelleştirilmesi veya "yeni üretim biçimi" gibi düşünülmemiş, keyfi kuramların uydurulması günümüz Sovyetler Briliği’ni incelemenin ilkesel Marksist yönünü belirleyemez.
Mansur Hikmet
Mart 1986
Türkçesi: Siyaveş Azeri
Notlar
[*] Bu yazı ilk kez İran Komünist Partisi kuramsal organı Be Su-ye Sosyalizm (Sosyalizme Doğru), (İkinci Dönem, Mart 1985) eki Marksizm ve Mesele-ye Şowravi – Bulten-e Nazarat ve Mobahesat’ın (Marksizm ve Sovyetler Sorunu – Görüşler ve Tartışmalar Bülteni) 1. sayısında 113-127 sayfalarında Farsça yayımlandı. Köşeli ayraç -[]- içindeki ifadeler Türkçe metnin anlaşılmasını kolaylaştırmak için Türkçe’ye çeviren tarafından eklenmiştir.
[1] Bu tartışmanın ayrıntıları için yazarın Türkçe’ye de çevirilen "Devrimci Dönemlerde Devlet" adlı uzun makalesine bakabilirsiniz.
Turkish translation: Siyavash Azari
hekmat.public-archive.net #2740tu.html
|