Kürtaj Üzerine *
Hambastegi’nin Mansur Hikmet’le söyleşisi
Süreyya Şahabi: “Karar hakkı”, “kadının kendi bedenine hakkı”, “yaşam hakkını savunma” ve özgür, insancıl bir toplumda bu hakkın savunulması gibi tartışmanın belirleyici noktalarına gelmeden önce bir konuyla ilgili görüşünü öğrenmek istiyorum. Program’ın bir yandan bu eylemin özüyle muhalefetini öte yandan kürtajın yasal olmasını istemesini nasıl açıklıyorsun? Program kürtajı insanın kendine yabancılaşmasının göstergesi saydığından kürtajın yasallığına karşı çıkmalıdır, dolayısıyla Program’ın bunu kabul etmesinin sözümona bir taktik olduğunu ileri sürenler var. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Mansur Hikmet: Program’ın sorunlara bu yaklaşım biçimi ne kürtajla ilgili maddeye özgü ne de, doğrusunu istersen, bize özgüdür. Yok etmek istediğimiz halde günümüz toplumunun nesnel, verili gerçeği olarak tanıdığımız, kendimizin ve başkalarının yaşamlarına olumsuz etkilerini azaltmaya çalıştığımız çok sayıda toplumsal ilişki ve sorun bulunmaktadır. Program’ın ücretli işe yaklaşımı da aynen böyledir. Biz ücretli işin ortadan kaldırılmasını savunuyoruz, kişinin yaşamını sürdürmek için beden gücünü başkasına kiraladığı bir dünyanın insanlık ayıbı olduğunu düşünüyoruz. Ücretli iş de kürtaj gibi insanlığın kendine yabancılaşmasının göstergesidir. Yine de Program’ın büyük bir bölümü günümüz toplumunda ücretli iş koşul ve kurallarını düzenlemeye yöneliktir. Devlet kavramı da öyledir, din kavramı da öyledir. Program’ın aynı bölümünde (ikinci bölüm) bazı uyuşturucu maddelerin kullanımının serbest bırakılmasını, devletin bunları uyuşturucu bağımlıları için sağlamasını istiyoruz, bunun bağımlılığı ortadan kaldırmanın koşulu olduğunu savunuyoruz. Biz fuhuş yasağının kaldırılmasını, yasaların fahişeleri korumasını istiyoruz, bunun da fuhuşu yok etmenin bir koşulu olduğunu savunuyoruz. Kapitalist toplumun güçlüklerinin karşılığı bunları yasaklamak ve bunların kurbanlarını cezalandırmak değildir. Bu yalnızca biz komünistlerin değil mevcut Avrupa uygarlığıyla birlikte ilerlemiş kişilerin de sözüdür.
Kürtaj da aynen böyledir. Biz kürtajın doğru bir eylem olmadığını düşünüyoruz. Bu sorunun hiç yaşanmadığı bir toplumun oluşmasını istiyoruz. İnsanların işlerinin bu noktaya varmadığı, böyle bir seçimle karı karşıya kalmadığı bir toplum istiyoruz. Bu tuhaf bir istek mi? Değil. Bu insanların büyük çoğunluğunun, herkesten de önce, kadın veya erkek, kürtajdan kaynaklanan acıyı günlük yaşamında duyumsayan insanların isteğidir. Ben kürtajı özünde insanı yücelten bir eylem olarak kutsayan kişi veya hareket tanımıyorum. Feminist hareketteki köktenci çevrelerde bu konuya ilişkin duygusal vurdumduymazlığın varolduğu doğrudur. Ancak bu insan olarak gerçek duygularına başvurmaktan çok sekter siyasal yetiştirilme ve örgütsel, tarikatsal fanatizmlerinden kaynaklanmaktadır.
Ancak sırf istedik, arzuladık diye dış gerçeklik ortadan kalkmıyor. İstenmedik gebelikler, istenen gebelikten pişmanlıklar vardır, parasal, kültürel ve siyasal darboğazlar mevcuttur, kadın üzerinde sonsuz baskı vardır, dolayısıyla da birçok kişi için kürtaj bir çıkmazdan kurtulma yolu olarak ortaya çıkar. Kürtaj günümüz toplumunun bir gerçeğidir, toplum buna karşı omuz silkemez, buna göz yumamaz. Bu eylem herhangi bir devlet, parti veya siyasal hareketin isteminden bağımsız olarak fillen mevcuttur, bunun kurallarını aydınlatmak gereklidir. Kürtajın yasaklanması ise varolan toplumsal sistemin kurbanlarının cezalandırılması demektir. Bu bizim konumumuz olamaz.
Programımız kürtajı yanlış ve insani ilkelere aykırı bulduğunu bildiriyor. Ancak gerek varolan toplumda ekonomik darboğazlar ve kültürel cehaletin kurbanlarını korumak, gerekse bu edime yol açan temele karşı mücadele etmek için kürtajın yasal olması gerektiğini savunuyor. Doğrusunu istersen, “pro-choice” (seçme hakkı) hareketinin aktivistleri, Amerikan kürtaj kliniklerinin sorumluları ve doktorları ve pro-choice’in yasa koyucuları da aynı konuma sahiplerdir ve bu soruya karşılık şöyle diyeceklerdir: Kürtaj doğru bir edim değildir, ancak yasal olmalıdır. Aradaki fark bizim kürtaj ediminin özünün insani olmayışını dile getirmedeki açıklığımızdır. Feminist hareket içindeki köktenciler için bu ağır bir eleştiri. Siyasal açıdan Komünist-İşçi Partisi Programı 12 haftaya kadar kürtajın yasal olmasını, ücretsiz olmasını, yalnızca kadının kararına bağlı olmasını ve uzman kliniklerde gerçekleştirilmesini savunuyor. Amerika’daki pro-choice hareketi bu istekleri nihai arzuları biçiminde algılamaktadır, bunun ABD’de gerçekleşmesini pek yakın bulmamaktadır. İranlı göçmen yeni feminist eski Sol’un bu istekle sorununun feminizminden kaynaklanmadığına emin olabilirsiniz. Biri bu eleştiriyi açık bir toplantıda bana yöneltirse ondan kısa, açık ve yan çizmeksizin iki sorunun yanıtını vermesini isterim: Öncelikle kürtaj ediminin özüyle ilgili ne düşünüdüğünü, bu eylemi talihsiz, acı bulup bulmadığını, yoksa kürtajla ilgili hiçbir manevi, ilkesel, vicdani sorununun bulunup bulunmadığını açıklamasını isterim. Kanımca açık bir toplantıda ayağa kalkıp kürtajı; bırakın kadının toplumda yücelmesi ve övüncü nedeni saymasını, insanların karşısında boşuna ikileme düştükleri ve tereddüt ettikleri sıradan bir eylem sayan kişi karşılığını salondakilerden alacaktır. Kürtajın yasallaşmasının yandaşlarından muhaliflerine kadar herkesin önüne koyduğu büyük ahlaki sorunun böyle kayıtsız, yüzeysel, sığ değerlendirilişi kendi tarikatı dışında herhangi bir oturumda kendi kendini kolayca deşifre eder. İkinci olarak bu kişiden 12 haftaya kadar kadının iradesine bağlı yasal, ücretsiz kürtaj isteyen programımızın bu maddesine eleştirisini açıkça, gürültü patırtı etmeksizin dile getirmesini isterim.
Süreyya Şahabi: Sosyalizmde veya daha genel olarak insani ilkere dayalı bir toplumda kürtaj hakkının geleceğine ilişkin şöyle denilmektedir: Bütün eğitime, korumaya vs. karşın 12-13 yaşlarında bir ergenin gebe kaldığını düşünelim, kendisi çocuk olduğu halde ondan çocuğunu doğurmasını mi isteyeceksiniz?
Mansur Hikmet: Bu gibi sorular İslami geleneğin açık arayan soruları ve fetva isteklerine benziyor (ya deprem olur da…). Kürtajı gerekçelendirmek için 12 yaşındaki kız örneğini öne sürmek zayıf bir uslamlamadır, çünkü kürtaj 12 yaşındaki çocukların gebeliğinden daha geniş bir görüngüdür, mantığı buna dayanmamaktadır. Günümüz İngilteresi’nde bütün toplumsal sorunlar, çocukların hukuk ve olanaklardan yoksunluklarına karşın, kürtaj süresinin 24 haftadan 18 haftaya indirmesini engellemeyi övüncü sayan ulusal kürtaj kampanyasının verilerine göre 1992 yılında gerçekleşen 160.000 kürtajdan yalnızca 3000’i 16 yaşın altındaki ergenlere ait. Bu %2’den daha az demektir. Bu 3000’in de %1’inden azını 12 yaşındakiler oluşturuyor. 160.000 kürtaj 12 yaşındaki kızların istenmeyen gebeliği sorunuyla açıklanamaz. Bütün sistemler ve uslamlamalar karşısına ahlaki çıkmazlar, mantıksal ve “tevzih-ül mesail”(1) benzeri ikilemler çıkarmak, acıklı, trajik koşullar tasarlamak olanaklıdır. Ben de buna karşılık “ulusal kürtaj kampanyası”nın ülküsel toplumunda kürtaj doğumdan hemen önceki güne kadar serbest ise, 28 yaşındaki bir kadın gebeliğinin 31. haftasında çocuğunu düşürmeye karar verirse ve hiçbir doktor bunu gerçekleştirmeye yanaşmazsa bunlar ne yapacaklardır diye sorarım? Doktoru, bu eylemi cinayet ve insanlık karşıtı saymasına karşın kürtajı gerçekleştirmeye “mecbur” mu edecekler? Kürtaj sorunu makro, genel, toplumsal bir sorundur ve makro bir yanıt almalıdır. Bir hareketin genel, temel yanıtı doğru, insancıl ve çözüm önerici olursa özel durumları, bu yanıt bağlamında, insancıl biçimde yanıtlamak olanaklı olur. Buna karşı hiçbir insanlık karşıtı yanıt şu veya bu özgül durumu anlatan hiçbir örnek veya hikayeyle meşrulaşamaz.
Benim gebe sosyalist ergen sorununa yanıtım şu: Birincisi, biz hiçbir zaman sosyalizmde kürtajın yasaklanmasından söz etmedik. Toplumun bu edime gereksinim duymaktan kurtulmasından söz ettik. Bu yüzden sosyalizmde (özellikle de sosyalizmde) 12 yaşındaki bir kızı doğurmaya veya herhangi başka birşeye “zorlayacaklarını” sanmıyorum. İkincisi, gerçek yanıtı gebelikten korunma yöntemlerinin iyileştirmesi ve gelişmesinde, cinsel eğitimde, çocuk haklarının artırılması ve saygınlığının artmasında, geri kalmış ahlakiyatla, genel cinsel bilgiye muhalif cahilce fanatizmle mücadelede, kişilerin kendi cinsel ilişkilerini özgürce denetim altına almalarında vb.de aramak gerekir. Yalnızca ergenlerin değil gebe kalmak istemeyen hiç kimsenin gebe kalmamasını sağlayabilmek gerekir. Bu, bilimsel ve teknik açıdan olanaklı mıdır? Bence bundan kuşku duyulamaz. Çağdaş, kadın düşmanı toplumda korunma yöntemlerinin yaratılması ve iyileştirmesi gerektiği kadar ilgi görmüyor. Savaş ve casusluk teknolojisine ayrılan bütçenin on binde biri bu soruna ayrılsaydı şimdiye dek çözümü bulunmuş olurdu. Yine ilk kareye dönüyoruz: Anne rahminde cenini yok etmek talihsiz bir edim mi değil mi? Bizi eleştiren kişinin içinden bir ses ona “keşke bu edimi gerçekleştirmek zorunda olmasak” diyor mu demiyor mu? Yanıt olumluysa insanların kürtaj yapmak zorunda olmadıkları bir toplum yaratmaya çabalamak ileriye doğru giden biricik insancıl, onurlu yoldur. Ancak kürtajı bademcik ameliyatıyla aynı sayan, sorunun derinliğinin, acıklılığının, saysız insan ve birçok kuşak için ahlaksal çıkmazının ayırdında olmayan kişi doğal olarak bu çabaya yabancıdır.
Süreyya Şahabi: Parti programı “pro-choice” ve “pro-life”(yaşam hakkı) kutuplaşmasında nerede yer alıyor, genel olarak bu kutuplaşmayı nasıl değerlendiriyorsun?
Mansur Hikmet: Özellikle yurtdışındaki yeni feminist İranlı çevreler arasında görece yaygın sanı pro-choice’lerin kürtaj yanlısı ve pro-life’lerin kürtaj karşıtı olduklarıdır. Durum böyle değildir.Tartışma kürtajın iyi veya kötü bir edim olup olmaması değil yasal olup olmamasıdır. Pro-choice’ler, birçoğu kürtaj ediminin özüne karşı olsa da, kürtajın yasallığını savunuyorlar. Komünist-İşçi Partisi’nin konumu da kürtajın yasal olmasının savunulmasıdır. Hukuksal açıdan Parti programında ifade edilenler pro-choice hareketinin Amerika gibi bir ülkede yirmi yıl sonra bile bütünüyle elde edilemeyen, birçok Avrupa ülkesinde de hala gerçekleşmemiş olan nihai istek ve ereğidir. Bizim programımızda kürtaj 12 haftaya kadar serbesttir ve yasaldır. Karar bütünüyle kadına aittir, kadın veya başka hiç kimse hiçbir tibbi veya yönetsel merciye herhangi bir gerekçe veya uslamlama sunmak zorunda değildir. Kürtaj ücretsizdir ve tam donanımlı kliniklerde gerçekleştirilmelidir. Böyle bir isteğin gerçekleşmesi Amerika’nın feminist hareketinin imgelemine dahi sığmıyor. Dışarıdan bir gözlemci, hukuksal açıdan Komünist-İşçi Partisi Programı’nı kürtajın yasal olmasını savunduğu için pro-choice bir belge olarak sınıflandıracaktır.
Ne var ki bu adlandırmanın ta kendisi, pro-choice ve pro-life, yanıltıcı ve propagandaya yöneliktir. Bu kutuplaşmanın ana kaynağı olan Amerika’da pro-life hareketinin gürültücü ve militan kesimini sağ, tutucu ve dinsel çevreler oluşturmaktadır, bunlar gerçekte yaşama en ufak bir saygı duymamaktadırlar. Bunlar idam cezasını ve bu cezanın ergenleri de kapsayacak biçimde genişletilmesini savunanlardır. Amerika’nın militarist siyasetlerinin sürekli destekleyicileridir. Temelde gerici, ırkçı, yabancı karşıtı ve yoksul düşmanlarıdır. Bunların yönetimi altında Amerika halkı sürekli olarak yoksulluk ve hastalıktan telef olmuştur, telef olmaya devam etmektedir. Karşı tarafta pro-choice hareketinin ana kaynağı ve simgesi, seçme yanlısı, daha kısa bir süre önce bekar annelere geniş kapsamlı bir saldırı örgütleyip dört milyon Amerikalı çocuğu evsizliğe, kötü beslenmeye ve yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkum eden Amerikan Demokrat Partisi ve Clinton yer almaktadır. Kürtaj serbestisine seçme hakkı demek maskaralıktır. Bu herhangi bir insanın seçeceği son şeydir. Bunlar önceden gönenç hakkını, kadının toplumsal ve mesleki eşitliği hakkını, çalışma ve eğitim hakkını, ekonomik güvence ve toplumsal saygınlık hakkını, güvenli cinsel ilişki hakkını bile kadının elinden almışlar, şimdi ise uçurumun kenarında atılmak veya atlama seçimini yapma özgürlüğünü veriyorlar. Kürtajı “seçen” kadın toplumun ona bahşettiği bunca özgürlüğe gerçekte ne kadar da müteşekkir olması gerek! Bundan dolayı bana sorulduğunda kendimi pro-choice adlandırmam. Böyle bir adlandırma iki yüzlücedir, bir kandırmacadır. Kendimi 12 haftaya kadar kürtajın yasallaşması yanlısı ve kürtaj edimi karşıtı olarak adlandırırım.
Süreyya Şahabi: Program 12 haftaya kadar kürtajın yasal olmasını istiyor. 12 hafta sınırı, belirlenme ölçütü ve yöntemi birçok tartışmaya neden olmuştur. Bazıları Program açısından ancak bu yaştan itibaren ceninin insan sayılabileceğini, bu yüzden –Program’da belirtilen istisnai durumlar dışında- bu yaştan sonra yasadışı sayıldığını düşünüyorlar. Düşürülebilen ceninin yaşı konusunda farklı değerlendirmeler olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bazılarına göre bu yaştan önce cenin yeterince gelişmediğinden ve anne vücudundan ayrı yaşayamadığından insan sayılamaz.
Mansur Hikmet: Programımızdaki 12 hafta uğrağı yaşamın başlangıç tartışması veya (bazıları için ceninin anneden bağımsızlığı kazandığı uğrak sayılan) ceninin rahim dışında varlığı sürdürüp sürdüremeyeceği konusuyla ilgisi yoktur. Bu konulara daha sonra döneceğim. Kürtajı özünde insanlık dışı sayan ve yasallığını talihsiz bir toplumsal gereklilik ve bir ehven-i şer olarak savunan bizim gibiler için yasal kürtaj süresinin daha kısaltılmasına eğilim vardır. Öte yandan yasa gerçekte kadınların önünü açıcı olmalı, salt formalite olmamalıdır. Tibbi açıdan gebeliğin farkedilmesi, karar verme ve bu karar için plan yapabilme fırsatı olmalıdır. Gerçek şu ki tıbbi açıdan belirli bir uğraktan önce kürtaj olanaksız ve tehlikelidir. Bu yüzden fırsat olabildiğince geniş ancak olabildiğince de sınırlı olmalıdır. Bizim için sorun tıbbi ve toplumsal koşullar ve olanaklar çerçevesinde bu süreyi asgariye indirmektir. Yasal kürtaj süresini belirlemede biz kendi belirlemelerimizi ölçüt almadık. Varolan burjuva dünyadaki daha insancıl, daha sevecen örneklere bakıp sayılarımızı oralardan aldık. İskandinav ülkelerinde süre 12 haftadır (eski Doğu Blok ülkelerinin bazılarında da süre on iki haftaydı. Almanya, Avusturya, Belçika, Yunanistan, İzlanda ve başka bazı ülkelerde de öyledir). Biz de bunu ölçüt aldık. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu süreye karşı ve bu süreyi uzatmaya yönelik önemli bir itiraz bulunmamaktadır. Görünürde süreyi 12 hafta olarak belirleyip gizlisi saklısı olmadan kürtajın yasallığıyla cenini daha çok savunma arasında siyasal bir dengeye ulaşmak olanaklıdır. Niçin daha kısa bir süre olmasın? Çünkü sürenin 11 haftaya indirilmesinin sonuçları ve yan etkilerine ilişkin istatistiksel ve çözümsel verilere sahip değilizdir, hiçbir toplumsal tartışma ve diyalog da daha kısa bir sürenin gerçekliği ve işlerliğini gösterebilmiş değildir. Şimdilik bunu gerçekleştirme aygıtlardan yoksunuzdur. Bu yüzden gerçekte varolan kapitalist bir ülkenin verdiği en kısa süreyi olumluyoruz. Biri niçin on üç hafta veya daha uzun derse yanıtım şu olacaktır: 12 hafta İsveç toplumu için iyi ve pratik ise bizim programımız için de iyi olacaktır. Süreyi uzatmak isteyenler uslamlamalarını ve eleştirilerini bize değil İskandinav ülkelerinde sürmekte olan düzeneğe yöneltmelidirler. Biz de dinleriz, bu talepte bir doğruluk varsa kesinlikle ayırt ederiz.
Yaşamın başlangıcı ve ceninin anneden bağımsızlığı uğrağı konusunda doğal olarak yalnızca kişisel görüşümü açıklayabilirim. Bir parti programının bu gibi açıklamalar için uygun bir yer olmadığı ortadadır. Biyolojik yönden yeni bir insanın yaşamının başlangıç uğrağı bence gebeliğin başlama anıdır. Bu uğrakta yeni bir biyolojik sürecin düğmesine basılıyor ve hücresel bölünme başlıyor. Bu, yeni ve belirli bir insanın başlangıcı uğrağıdır. Bir sorun çıkmazsa gebeliğin başlamasından sonra bu sürecin rahim dışında yeni bir insanla sonuçlanacağını anlamak için biyolojide yüksek okul eğitimi almaya ve doktora sahibi olmaya gerek yoktur. Bu insanın yaşamının bir kesitinin annesinin bedeni içinde, insanların çıplak gözlerinden uzak gerçekleşmiş olması bu noktaya ilişkin hiçbir şeyi değiştirmez. Bir anda, belirli bir uğrakta bu hücresel kütleye insanlık ruhunun üfürüldüğünü ileri sürmek onaylanamayacak kadar keyfi ve dinseldir. Ancak söylediğim gibi 12 hafta tartışmasının bu konuyla bir ilgisi yoktur. Bu süreç nerede kesintiye uğrarsa uğrasın yeni bir insanın evrimi süreci kesintiye uğramıştır demektir. Doğru, bu ceninin hangi uğraktan sonra el, ayak, kafa ve kalp sahibi olduğu (bu 12 haftadan çok öncedir) doğal olarak insanın zihnini etkiliyor. Bu yüzden, kanımca, röntgen yöntemlerinin gelişmesi insanların kişinin geriye doğru sürekliliğini görmeleri ve daha fazla duyumsamalarını sağlıyor, bu da günden güne kürtajı daha talihsiz bir edim kılıyor. Ancak bizim 12 haftaya ilişkin tartışmamızın belirlenmesinde bu etmenlerin etkisi bulunmamaktadır. Kürtaj 6. veya 9. haftada da neliği açısından aynı gerçektir. Yaşamına başlamış bir insanın gelişim sürecinin kesintiye uğratılmasıdır.
Bir başka konu olan ceninin anneden bağımsızlığı tartışması bireysel mülkiyet ve birey merkezcilik çağının hukuksal düzeninin damgasını taşıyan hukuki bir tartışmadır. Maddi açıdan, varlığımızı sürdürme yetisi açısından, rahim dışında bile bağımsız değilizdir. Biri yalnız başına dağda, çölde veya bir adada kaybolursa gidip o kişiyi “kurtarır” insan topluluğuna geri getirirler. Anneden bağımsızlık tartışması gerçekte, varolan tekniğe göre değişebilen ceninin anne olmaksızın varlığını sürdürme yetisi tartışması değil, hukuksal kimliğinin anneden bağımsızlığı tartışmasıdır. Kapitalist toplum hak tanımı yapmak için temel birimi birey olarak tanımlamıştır. Tartışma ceninin anneden bağımsız olarak tanımlanabildiği uğraktan, bir insan olarak kendi bireysel haklarına sahip olacağına ilişkindir. O zaman bu hukuksal sistemde aynı bedensel ve mekansal bölgede bulunan iki bağımsız birey olarak anne ile ceninin hakları birbiriyle çatışmaya başlar. Örneğin cenin başka bir insansa onu yok etmek bu toplumun yasası gözünde cinayet sayılır. İşte bu zihniyet, bu yüzden dönüp dolaşıp bağımsızlık anını bulmak zorundadır. Kendini kadın hakları savunucusu sayan kişi tıpkı mali davalara bakan finans avukatı gibi ceninin bağımsızlık anının daha ileriye, doğum saatine daha yakın bir noktaya taşımaya çalışır: Cenin “anne bedeninin bir parçasıdır”, “kadın “kendi bedeni” konusunda istediği kararı verebilir. Bir zamanlar göbek bağı kesilmeden önce çocuğu öldürmek cinayet sayılmıyordu, çünkü cenin hala “bağımsız” bir varlık sayılmıyordu. Her ne olursa olsun bu bir kanadın formülasyonudur. Doğmamış bebeğin avukatı olduğunu iddia eden taraf ise kendisini bağımsızlık anını geriye taşımak ve ceninin rahimden çıkıp kendi ayakları üzerinde durabilme yetisini kanıtlamakla yükümlü görüyor. Bence bu tartışmanın çerçevesini bir bütün olarak reddetmek gerek. Niçin insanlık bu büyük ve göz kamaştırıcı sürece, gebelik ve doğum görüngüsünün bütününe yeni bir insanın belirişinin somut biçimi olarak bakıp bu sürecin bütün gerçekliklerini birbirine bağlı biçimde kabul edemiyor? Anne ile ceninin çatışması, tarafların plasenta, rahim ve cenin hücrelerinin mülkiyet sınırları için çekişmesi förmülü niçin kabul edilsin? İnsanın böylesi temel, kalıcı ve sürekli bir görüngüyü kavrayışı niçin mülkiyet ve bireyselliğin liberal kuramı gibi dönemsel, geçici kavramlar üzerine kurulsun?
Süreyya Şahabi: Başkaları –özellikle bazi feministler- Parti’yi, cenini insan saydığı için dinciler gibi spermi –üstelik sperm ile yumurtayı birlikte değil- de kutsamakla ve yaşamın kaynağı saymakla suçluyorlar! Öyleyse bunlar, Program’ın, bu bakışına göre, gebeliğe karşı her türden önleme karşı olması gerektiğini ileri sürüyorlar.
Mansur Hikmet: Spermin, hatta cüretkar kaçmazsa yumurtanın da, özel bir kutsallığı söz konusu değildir. Tartışma açıkça bu ikisinin birleşiminden meydana gelen ve gelişme sürecine başlayan yeni varlıkla ilgilidir. İnsan yaşamına saygı tartışması biyolojik bir tartışma değil felsefi bir tartışmadır. Daha doğrusu biyolojik yaşama saygı yaşama duyulan felsefi saygının yansımasıdır. Bu insani potansiyel ve niteliğe duyulan saygıdır. Bu saygı dinsel hurafenin ve tanrıya boyun eğmenin değil insanlığın uslamlamasının göstergesidir. Hangi biçimde olursa olsun insani yaşama karşı saygının yok olması somut insanların, gerçekten varolan insanların yaşamlarını da değersizleştirir. İnsani yaşam bölünebilir, derecelendirilebilir değildir, insanların bağımsızlığına, hareketliliğine, yaşına, bilincine, rengine, cinsiyetine, ulusuna, zamanına, mekanına, “sağlam” veya “engelli” oluşuna bağlı değildir. Bizim tartışmamız, en azından Parti Programı’nın yazarı olarak benim tartışmam döllenmiş yumurtalar ve bölünmekte olan hücreleri “kutsamalıyız” biçiminde değildir. Benim tartışmam şudur: Ceninin anne karnından çıkarılıp başlamış olan yaşam sürecinin kesintiye uğratılmasına dayanabilen ve bunu sorunsuz sayan toplum nüfus artışını önlemede, kadının eğitimini sürdürmesini sağlamada, yoksulluğu engellemede vb. durumlarda bu yönteme güvenecektir, yok edilen insanlarını değerli bulmayacaktır. Ceninin değersizliği bizim değersizliğimizi yansıtıyor ve bu değersizliği güçlendiriyor. Nasıl ki biz zamanında kıtlığa, kuraklığa, toplumun ekonomik ve manevi darboğazlarına karşılık vermek için aynı ölçüde zorunlu görünen, çeşitli tanrı ve tanrıçaların önünde gençlerin kurban edilmesi ve “büyücü kadınların” yakılmasından hayrete düşüyorsak haleflerimiz de ileride bizim uygarlığımızı inceleyip kürtaj geleneğimizden dolayı hayrete düşeceklerdir. Onlar da bu geleneği bizim vahşiliğimizin ve bizim dönemimizde insanın değersizliğinin göstergesi sayacaklardır. Son bir noktaya daha değinmek istiyorum: Gebelikten korunma ve gebeliği önleme yöntemlerinin gelişmesi için kim daha fazla çaba harcayacaktır, kürtajdan talihsiz bir edim olarak kaçınılmasını isteyen biri mi, yoksa çocuk sahibi olmamak ve nüfus planlaması için kürtaja sorunsuz, eksiksiz bir yöntem olarak yaklaşan biri mi?
Süreyya Şahabi: İran’da siyasal gelişmeler sonrasında İran Komünist-İşçi Partisi Programı’ndaki talepler yasalaşıp kürtaj yasallaştığında büyük olasılıkla kürtaj sayısı oldukça yükselir. Kürtaj özgürlüğü yasasının onaylanması ivedi bir önlemdir ve devlet bunu gerçekleştirmek ve buna uymak zorundadır. Buna karşın korunma yöntemlerinin öğretilmesi, cinsel eğitim ve güvenli cinsel ilişkinin olanaklarını sağlama daha uzun bir süreçtir. Acaba kürtaj sayısının hızlı artışı Program’ın ereği olan kürtaj sayısının azaltılmasıyla çelişmiyor mu? Buna bağlı kürtaj karşıtları Program’ın bu maddesinin ivedilikle yürürlüğe girmesine karşı çıkmakta haklı değiller mi?
Mansur Hikmet: Birincisi, kısa erimde kürtaj sayısının artacağı kesin değildir. Bence artmayacaktır, karşılaştırılmaları gereken yasallaştıktan önce ve sonraki kürtajların sayısı değil her iki dönemdeki (resmi veya gizli) kürtajların ve anne tarafından gerçekleştirilen “düşük”lerin toplam sayılarıdır. Ağır yük kaldırma, kendini yüksekten aşağı atma vb. yollarla anne tarafından gerçekleştirilen düşük sayısı İran’da oldukça yüksektir öyle ki bu eylem bu ülke folklorünün bir parçasına dönüşmüştür. Bu “kürtaj” olaylarının hiçbir kaydı tutulmuyor. Kürtajın yasallaşması kürtaj için doktorlara başvuru sayısını artıracaktır, buna karşın sözünü ettiğimiz türden düşük sayısını azaltacaktır. Öte yandan yasal kürtaja karşı gizli düşükler ve kürtajların azalması bu kadınların programımızın gereği onları maddi ve manevi açıdan destekleyecek kurum ve kuruluşlarla temasa geçmelerini sağlayacaktır. Bu kurumların görevlerinden biri anneyi çocuğunu doğurmaya özendirmek, anne ve çocuk haklarını ve devletle toplumun bunlara karşı görevlerini anlatmaktır. Başvuran kadınlardan bir kısmının kürtajdan vazgeçeğini varsaymak olanaklıdır. Kısacası ben kürtajın yasallaşması sonucunda senin sayısal tahminini olası bulmuyorum.
İkincisi, programımız yalnızca kürtajın yasallaşmasını içermiyor, cinsel ilişkileri güvenli kılmak ve korunma araçlarının kullanımının yaygınlaştırılması için ivedi ve yaşamsal önlemleri de kapsıyor. Özgür, güvenli cinsel ilişkinin toplum kültürünün sürekli ve kesin bir ögesine dönüşmesinin zaman isteyeceğini kabul ediyorum. Ancak korunma araçlarının kullanımının birkaç kat artması, prezervatif ve diyaframın daha yaygın biçimde kullanılması, ücretsiz sağlanmalarının devlet politikası olduğu durumda, uzun bir zaman gerektirmez. İstenmeyen gebeliklerin sayısını hızla düşürmek olanaklıdır. İran’da modern normların, yöntem ve ölçütlerin yerleştirilmesinden söz edildiğinde birçok kişi İran halkından sapa köylerde yaşayan insanların görüntüsünü karşımıza çıkarıp halkın “kültürsüzlüğü”nden yakınıyor. Ne var ki İran büyük ölçüde kentli bir toplumdur. Bu insanların büyük çoğunluğunu okula giden gençler oluşturuyor, uzak köylerde yaşıyorlarsa bile akılları, fikirleri kentte ve çağdaş yaşam örneklerindedir. İran’daki insanlar Tevfik gazetesinin “milleti” veya Humeyni cemaatinin “ümmeti” değil Yirminci Yüzyıl’ın sonunda bu çağın teknik ve iletişim gelişmelerini yaşayan kapitalist bir toplumun üyeleridir. İran’daki cinsel eğitim ve korunma olanaklarının artırılması kampanyası kanımca oldukça yüksek bir verimle ilerleyecektir. Ne var ki bir gerçeği göz önünde bulundurmak gerekir. Bunun gerçekleşmesi İslamcılar ve yobazlarla keskin bir mücadele edilmeksizin olanaklı değildir. Ancak siyasal açıdan dinsel fanatizm ve yobazlıkla kesin mücadeleye taahütü olan bir hareket bu programı yürütebilir. Bu herkesten önce işçi sınıfı ve komünistlerin görevidir.
Herşey bir yana kürtaj olaylarının sayısının düşmesi iki ana etmene bağlıdır. İlki güvenli cinsel ilişkilerin artması ve kamunun ücretsiz, uygun korunma olanaklarına ulaşabilmesidir. İkincisi ise yalnızca düşünce düzeyinde değil ekonomik ve toplumsal ilişkiler düzeyinde gebeliğin, doğumun ve anne olmanın kadının toplum ve ailedeki ekonomik, toplumsal, mesleki ve manevi konumuna en ufak olumsuz etkisi olmayacağı, çocuk sahibi olmanın özgür bir seçime, düşünülmüş ve yaşamlarının mutlu bir olgusuna dönüşeceği koşulların sağlanacağı biçimde erkek egemenlikle ve kadın düşmanlığıyla mücadele etmektir. Kürtajın yasallaşması, bu ereğe ulaşmaya dönük bütünsel bir siyasetin dayanaklarından biridir, münferit ve kendinde bir önlem olarak değil bu bütünün içinde görülmelidir.
Süreyya Şahabi: Parti programı kürtajı “insan cenininin taammüden yok edilmesi” olarak niteliyor, sen de konuşmada kürtajın hangi yaşta olursa olsun “yaşamına başlamış insanın evrim sürecini kesintiyeye uğratmak” olduğuna değindin. Bazıları bu betimlemeden yola çıkarak parti programı açısından kürtajın cinayet sayıldığını, programın kürtaja karar veren anneyi taammüden insan öldüren caninin konumuna yerleştirdiğini ve bunun acımasızca olduğu sonucuna varıyorlar.
Mansur Hikmet: “Kürtaj yaşamaya başlayan bir insanın gelişme sürecinin kesintiye uğratılmasıdır” cümlesinden annenin taammüden cinayet işlemesi iddiasına kadar epey yol var. Bunları birbirine yapıştırmak ne sorunu anlamaya yönelik samimi bir çabanın göstergesidir ne de bizim programımızdaki formülasyona karşı etkili bir propagandadır. Bu safsatacılıktır. Bence kürtajı ilkesel açıdan kusursuz bir eylem sayan kişi bunu demeli ve açıkça savunmalıdır. Başkaları adına kendini suçlayıp sonra da öfkelenmek sorunun yanıtı değildir. Ancak bu itiraz bir şeyi gösteriyor: Günün birinde ilgili eleştirmene çocuğun ceninin kaçınılmaz devamı olduğu, ceninin de insanın kaçınılmaz başlangıcı olduğu kanıtlanırsa bizzat kendisi kürtajı taammüden cinayet sayacaktır. Bu da kürtajı savunan biri için güçlü bir konum sayılamaz.
Her şey bir yana bence (günümüz Avrupası’nın yasalarında yaygın olan zaman aralığında) kürtajı taammüden cinayet nitelemek doğru değildir. Çünkü cinayet ve katil hukuksal kavramlardır, tanımları kişisel değil toplumsaldır. Kişiyi çağdaşı olduğu toplumun normları ve gelenekleri bağlamında yargılamak gerekir. Günümüz toplumu insanları yok etmenin tüm biçimlerine cinayet olarak bakmamaktadır. Gerçek, bu dünyada insanların birbirlerini yaşamı hakkından çeşitli biçimlerde yoksun bıraktıklarıdır. Savaşta insan öldüren asker, birilerinin idamına karar veren jüri üyesi, acıma duygusuyla ölmekte olan hastanın ölümünü hızlandıran doktor, ölüm oranının epeyce yükseleceğini bile bile sağlık sigortasını kısan devlet, bölge çocuklarının kan kanserine yakalanma risklerini artıracağını bildiği halde nükleer santralin güvenliğinden kısan kişi, bir yerlerin bombalanmasını emreden cumhurbaşkanı, bomba yerleştiren gerilla veya terörist; bunların hepsi bilinçli biçimde gerçek insanların yaşamlarını ellerinden almaktadırlar. Ancak toplum bunların hepsini katil nitelememekte bunları gerçekleştirenlerin hepsine katil dememektedir. Bizim kişisel anlayışımız toplumun anlayışından farklı olabilir. Kişisel anlayışımız mutlak, yorum kabul etmeyen insani ilkelere dayanabilir. Ancak toplumun cinayetin ne olduğu konusundaki anlayışı görecelidir, tarihsel açıdan koşullu ve değişkendir. Eş ve çocuğun erkek tarafından öldürülmesi bir zamanlar cinayet sayılmıyordu. İslamiyet ve Musevilik’teki Halil İbrahim Bey az kalsın güpegündüz çocuğunun başını iğrenç tanrısal bir operasyonda kesecekti, iyi ki Siyaveş Modaresi’nin dediği gibi son anda tanrının şaka yaptığı ve beyefendiyi sınamak istediği ortaya çıkıyor. Aynı dünya üzeründe, çok eskilerde değil epey yakın zamanlara kadar, savaş tutsakları ve köleleri öldürmek suç sayılmıyordu. Yüzyılımızın 70’li yıllarına kadar siyahların Amerikalı beyaz ırkçılar tarafından asılmaları, linç edilmeleri cinayet sayılmıyordu. Kimse Truman’i Hiroşima ve Nagazaki’deki toplu kıyımdan dolayı katil nitelememiştir, Amerika’da adına kütüphane bile vardır. Toplumun bir eylem konusundaki ahlaki ve hukuksal anlayışı bir çağda o toplumun o konudaki manevi ve duygusal duyarlılığının yansımasıdır. Bu duyarlılık aynı çağda farklı kültürel bölgelerde bile farklı olabilmektedir. Bu duyarlılık, bu ahlaki ve duygusal tepki ve kaçınılmaz olarak hukuksal sonuçları da ebedi değildir ve değişir. Günümüzün eylem ve yöntemlerinin birçoğu gelecekteki kuşakların midesini bulandıracaktır. Ancak toplumun sorunlara ilişkin duygusal biliş ve kavrayışındaki bu gelişme gerçek biçimde, gerçek insanların kuşakları boyunca gerçekleşmelidir. Ben idam cezasına şiddetle karşıyım, bana göre idam cezası nitelik olarak bilerek ve tasarlayarak cinayet işlemektir. Ancak istediğim gibi Amerika’da bir zanlının idamına hüküm veren bir jüriyi katil niteleyemem çünkü toplum ve zorunlu olarak bizzat kendileri yaptıklarını böyle tanımlamamaktalar. Kürtaja yeltenen kadın kesinlikle kendi açısından cenini bir insan veya tam bir insan saymamaktadır, toplumdaki mevcut kültür ve yasalardan gerçekleştirdiği eylem konusunda olumsuz bir görüntü almamaktadır.
Dediğim gibi biz kürtajı katil ve cinayet diye tanımlamıyoruz, Amerika ve Batı Avrupa yasalarının çok ötesinde bir biçimde yasallaşmasını savunuyoruz. Ancak ceninin fiilen yaşama adım atmış belirli bir insanın yaşamının bir dönemi olduğu bir gerçektir. Bu gerçeğin birilerinin kürtaj konusunda vicdan azabına neden olması bizim suçumuz değildir. Kürtaj yapacakların huzuru için bu gerçeği zihnimizden silmemiz ve örneğin bu gerçeği çocukları leylek getirir yalanıyla değiştirmemizi beklemek biraz fazla ileri gitmektir.
Süreyya Şahabi: Bazı ülkelerde, örneğin İngiltere’de, kürtaj izni doktorun kararına bırakılmıştır. Doktor annenin bedensel ve ruhsal sağlığı temelinde bu izni çıkarabilir, bu da bir çok doktorun karşı çıkışına neden olmuştur. Komünist-İşçi Partisi programında kürtaj kararı anneye bırakılmıştır. “Doktor kararı” mı “annenin kararı” mı? Bu karşıtlık Parti programının nersinde yer alıyor? Söylemek istediğim şu: Kürtaj iznini doktor kararına bırakmak programın kürtajla ilgili maddelerinin tartışmalarında yer aldı mı, yer almadıysa bunun nedeni neydi?
Mansur Hikmet: Doktor kararı kavramı, on iki haftadan sonraki kürtajlar dışında, başlangıcından beri program yazımında söz konusu olmadı, çünkü sorun, bütün ülkelerde gerçekten de olduğu gibi, kadının seçimi ve kararına ilişkindir. Kürtajın yasallaşması hareketi bu hakkı ve bu seçimi kadına vermeye yöneliktir. Gebeleğin kadının bedensel ve ruhsal sağlığını tehlikeye soktuğunun doktor tarafından belirlenmesi tartışması bazı ülkelerde kürtajın olabilirliğini onaylamaksızın yasallaştırmaya çalışmaktan kaynaklanmıştır. Özellikle “ruhsal sağlığın bozulması tehlikesi” sözü yoruma olanak vermek ve doktora kadının kürtaj kararını onaylattırabilmek için tartışmaya sokulmuştur. Bu günümüz İngilteresi’nde geçerli olan sistemdir. Pratik açıdan kürtaj İngiltere’de olanaklıdır ve kadının kararıyla gerçekleştirilmektedir. Ancak hukuksal açıdan kararı veren taraf doktordur. Doktor kadının kürtaj kararını onaylamazsa, ki bu arada bir olur, kadın başka bir doktora başvurup onayı ondan alır. Bu iki yüzlü yöntem hem halkın hem de doktorların itirazına yol açmaktadır. Kişinin doktoru kürtaj karışıtıysa o kişiye daha fazla koşuşturma ve bazı durumlarda ciddi gecikmeler dayatır. Bir başka deyişle bölge doktorunun ahlaki ölçütlerine bağlı olarak İngiltere yurttaşları kürtaj konusunda farklı haklar ve olanaklara sahiptirler. Öte yandan doktorlar haklı olarak bu eylemlerinin tıbbi bir teşhis değil kadınların toplumsal gelişimlerinin yolunu açacak bir eylem olduğunu dile getiriyorlar. Oysa bu yasaların görevi olmadır. Bu, ister kürtaj karşıtı olsun ister yandaşı, doktorlara ahlak dışı, iki yüzlü bir konum dayatmaktadır. Kürtaj yasal bir eylemse kararı da kadına ait olmalıdır. Bizim konumumuz budur.
Süreyya Şahabi: Daha önce kürtaj için “karar verme hakkı”nın tanınmasının uçurumdan atlamak veya atılmak arasında seçim hakkının tanınması gibi bir şeydir dedin. Bazı feministler ve kadın hakları savunucuları kürtaj hakkının kadınlara seçme olanağı veren en önemli haklardan biri olduğunu savunuyorlar: Anne olmak veya olmamak arasındaki seçim veya anne olma zamanını seçmek.
Mansur Hikmet: Ben feminist hareketin büyük bölümünün kadının toplumsal kimliği ve özbilinci konusundaki kavrayışını sorunlu buluyorum. Bu bakışın yandaşlarına göre kadın mesleki bir grup veya azınlık bir kesim olarak betimlenmektedir; mesleki haklarını elde edip kendi işine bakmalıdır, dünya ve insan toplumunun yazgısını denetlemekle uğraşmamalıdır. Kanımca kürtaj tartışmasında kadın hak ettiği payı kürtaj hakkı biçiminde aldıktan sonra çekip giden, bu sorunun toplumsal, manevi, felsefi ve tarihsel güçlükleriyle ilgilenmeyen, itirazda bulunan yoksun bir azınlık değildir. Bu görüşün betimlemelerine göre kürtaj tartışmasında kadın sonuçta ceninin yaşamı ve insani kişiliği, insanlığa saygı vb. konularında görüş bildirmesi gereken toplum önderi, filozof, ideolog olarak değil, cinsiyetinden ayrı bu konularda görüş sahibi olan, tutumu ve önlemleriyle dünyayı belirli bir yöne yöneltebilen bir insan olarak değil sürekli kliniğin gebe müşterisi biçiminde belirmektedir. Bu ekollere göre kadın gebe olmak istemeyen ve başka sorunlarla ilgilenmeyen bir gebedir. Feminizmin bu türü, bence, kadını bu alanlara müdaheleden alıkoymaya çalışan ataerkillik sikkesinin öteki yüzüdür.
Senin soruna gelince, yalnızca toplumun gebe azınlığının üyesi olmayan ve bir insan olarak toplum, yaşam, insanlığın onuru ve toplumsal eşitlik sorunlarıyla ilgilenen bir kadın için kürtaj hakkı büyük bir hak sayılmaz. Kürtaj hakkı Şah rejiminde gerillaların yanlarında taşıdığı siyanür haplarına benziyor: Daha acı bir olaydan acı bir çıkış olanağı. Kürtaj hakkı intihar hakkı cinsinden bir haktır. Kürtaj hakkı varolan toplumda çocuk sahibi olmanın kötü sonuçlarından kaçınmak için kendi ceninini yok etme özgürlüğüdür. Kürtaj özgürlüğü gerekliliğini daha önce birçok insani özgürlüğün kadının elinden alınmasından almaktadır: Cinsel eğitim alma hakkı, yüzde yüz güvenli korunma aygıtlarından yararlanma hakkı, cinsel ilişkide dinsel ve eril ahlaktan özgürlük hakkı, kadının kendi cinsel davranışını bütünüyle denetleyebildiği açık, özgür cinsel ilişkiye sahip olma özgürlüğü hakkı, çocuk sahibi olmak ve ekonomik, mesleki konumunu koruyabilme özgürlüğü hakkı, erkekle ekonomik, ahlaki ve kültürel baskı altında evlenmeden ve ortak yaşamadan çocuk sahibi olabilme hakkı, gerek aile içinde gerek dışında cinsel tecavüzden korunma hakkı, bir kadın ve bir insan olarak kendi yaşamını, gönencini ve mutluluğunu feda etmeksizin anne olmayı seçme hakkı, anne olma, çocuğunun gönenç, sağlık, eğitim ve eğlencesinin sağlanmasının hakkı.
Bu hakların yokluğunda kadın kendini kürtajı “seçme” konumunda bulmaktadır. Bir konuda daha açık olmak gerek. Kadının isteğine karşın gebe kalması, anne olmak veya olmamak, kişinin gebe kaldığı süreçte, eşdeyişiyle cinsel ilişki sürecinde anne olma zamanını belirlemek konusunda iradesini uygulayamadığı anlamına gelmektedir. Kadın anne olma ve anne olma zamanı konusunda denetim ve iradeye sahip olacaksa cinsel ilişki alanında irade ve denetim uygulayabilmelidir. Bu cinsel bilgiye sahip olma, güvenli korunma aygıtlarına ulaşma, doğrudan veya dolaylı her türlü dayatma ve zorlamadan uzak eşit, özgür ve gönüllü bir cinsel ilişki içinde olmak anlamına gelir. Ceninin canını almak kadının anne olmasını kesinlikle önler, ancak anne olmamak için bu yöntemi “seçen” kadın öncesinde kadınlığını özgürce deneyimleyememiş demektir.
Süreyya Şahabi: Bazı çevreler kürtaj hakkını “olumlu” değil de “olumsuz” değerlendiren herhangi bir formülasyonun kısıtlayıcı olduğunu, gerçekte kadınları bütün koşullar altında cenini korumaya zorladığını düşünüyorlar. [Program’ın] bu maddesinin bu eyleme karşı kadınların lehine olmayan, kilise ve dinin önünü kadınların karar verme özgürlüğünü sınırlamak için açık bırakan ahlakçı bir atmosfer yarattığını söylüyorlar.
Mansur Hikmet: Bu da sözünü ettiğim kadını korunma altında, reşit olmayan bir azınlık sınıfına dönüştürmenin örneklerindendir. Bunlar kadının kürtajın insani ve felsefi niteliğine ilişkin tartışmanın bile dışında ve bundan muaf tutulmasını, konuşmayıp duymamasını istiyorlar. “Kadın sınıfı”nı gerçeğin eriminden bile korumak istiyorlar. Üstelik bu ayrılmış kadınlar sınıfı dünyasında kürtaj yapan kadınların huzuru ve vicdan azabı duymamaları için, kürtajın, toplumun önünde sonunda kurtulması gerektiği talihsiz bir edim olduğunu düşünen kadınların niçin susmak zorunda olduğu ve insanlık tarihinin en önemli düşünsel güçlüklerinden biri konusunda ilgisiz ve vurdumduymaz kalmaları gerektiği belli değildir. Kürtaj bir haksa gerçeğin aranıp ifade edilmesi de bir haktır. Bazı feministler bundan yarar sağlayamazlarsa bile bunların ikisi de kadınların lehinedir.
Kilise konusuna gelince; programın yasallaşmasını savunmasına karşın kürtaj eyleminin özü konusundaki olumsuz görüş bildirmesinin kilise ve dinsel Sağ’ın değirmenine su taşıdığı iddiasını çok duyuyoruz. Bu oldukça zayıf bir çıkarımdır. Buna karşıt başka bir örneği pornografi tartışmasında da görebiliriz. Feminizm ve kilisenin pornografi konusundaki konumları aynı doğrultudadır, gösterilerde bile yan yana ortaya çıkarlar. Acaba feministlerin pornografiye itirazlarının kadınlara kilisenin tarihsel baskısını artırmak, kadınların cinsel ifade ve özgürlüklerini önlemek için kilisenin eline koz verdiğini söylemek olnaklı mıdır? Bu koşutluk feminizmin pornografi konusunda suskun kalması için yeterli mi?
Kürtaj eyleminin özünü olumsuz görmek yalnızca bizim görüşümüz değildir. İnsanların büyük çoğunluğunun görüşüdür. Kürtajı “seçenlerin” ve yasal olmasını isteyenlerin büyük çoğunluğunun sözüdür. İnsanların ceninin insani kimliği konusundaki belirli görüşleri ne olursa olsun büyük çoğunluk bunun acı verici, istenmeyen bir eylem olduğunu, son çözümlemede insani yaşamın kesintiye uğratılmasıyla ilişkili olduğunu hissediyor. Kendisini bu onurlu insancıl duyguya yapıştırmaya ve bu yolla dükkanını açık ve dolu tutmaya çalışan kilisedir. İnsanlık tarihinin en korkunç, en insanlık karşıtı kurumlarından biri olan dine bu iki yüzlülüğü gerçekleştirme ve insan yaşamına saygı bayrağını kaldırmaya yol veren tam da bu duygusuzluk, biyolojik indirgemecilik ve feminist kesimciliktir.
Notlar
* İlk kez Ağustos ve Eylül 1997’de, Hambastegi dergisinin 73 ve 74. sayılarında Farsça yayımlandı. Daha sonra Mansur Hikmet’in Toplu Yapıtlar, 8. Cildi’nin 395-412 sayfalarında yayımlandı. ↑
(1) Molla ve Müçtehitlerin fıkıh ve kelam ilmine(!) dayanarak din ilkelerinin farklı olanaklı durumlarda nasıl uygulanması gerektiğini öngören risalelerine verilen addır. ↑
İran Komünist-İşçi Partisi kurucusu ve lideri Mansur Hikmet 4 Temmuz 2002’de gırtlak kanserinden dolayı 51 yaşında yaşamını yitirdi.
Ek (Daha İyi Bir Dünya Komünist-İşçi Partisi Programının Kürtajla İlgili Maddesi)
Kürtaj
Kültürel ve ekonomik baskılar sonucu insan embriyosunun kasten yok edilmesi olan kürtaj gibi çok az olay insan yaşamının hor görülmesinin günümüz toplumunun asli öğesi olduğunu ve varolan sınıflı toplumun ve sömürücü ilişkilerin insan yaşamı ve mutluluğuyla bağdaşmazlığını gösterir. Kürtaj, insanların kendine yabancılaşmasına ve varolan sınıflı toplumun onlara dayattığı yoksunluk ve zorluklara karşı savunmasız olduklarına bir kanıttır.
Komünist-işçi partisi kürtaja karşıdır. Parti insanları böyle bir eylemi gerçekleştirmelerine ya da kabul etmelerine sürükleyecek baskı ve koşulların olmadığı bir toplumun yaratılması için mücadele eder.
Aynı zamanda toplumsal koşullar kadınların geniş çoğunluğunu kürtaja sürüklediği sürece Komünist-İşçi Partisi vurguncuların kötüye kullanmalarını engellemek ve kadınların sağlıklarının korunmasını sağlamak için aşağıdaki önlemlerin gerçekliştirilmesi için çağrıda bulunur.
1. Hamileliğin 12. haftasına kadar kürtajın yasallaştırılması.
2. 12. Haftadan sonra kürtaja eğer annenin sağlığı tehlikedeyse yasal izin verilecektir (sezeryan ve son tıbbi rapor tarafından belirtilen fetusu korumanın olası zamanına kadar). Bu gibi durumlar yetenekli tıp otoritereleri tarafından tahkik edilecektir.
3. Hamilelik testleri için geniş ve parasız imkanların sağlanması. Kişilere istenmeyen hamileliklerin çabuk keşfinin sağlanması için bu testleri kullanmanın öğretilmesi.
4. Jinekologlar tarafından ruhsatlı kliniklerde parasız kürtaj ve kürtaj sonrası bakım.
5. Kürtaj olup olmama kararı yalnız kadına aittir. Bununla birlikte devlet sosyal danışmanlar ve bilimsel yetkililerin caydırıcı tavsiye ve kanıtlarıyla olduğu kadar devletin kendisine ve çocuğuna mali, maddi ve moral taahhütleriyle kadını son kararından önce bilgilendirmekle yükümlüdür.
6. Kürtaj sayısını azaltmak için Komünist-İşçi Partisi istenmeyen hamilelikleri önlenmek ve kadını ekonomik, kültürel ve ahlaki baskılardan özgürleştirmek için aşağıdaki acil önlemlerin alınması için çağrıda bulunur.
7. Doğum kontrol yöntemleri ve konunun önemiyle ilgili insanların geniş çapta cinsel eğitimi. Yaygın biçimde ulaşılabilir danışma hizmetleri.
8. Doğum kontrol yöntemlerine yaygın ve parasız ulaşım.
9. Ekonomik baskı yüzünden kürtaja karar vermiş kadınlara yardım için yeterli fon ve kaynakların ayrılması. Eğer anne çocuğu doğurmaya karar verirse çocuğun bakımına hazır olduğunu bildirmek devletin görevidir.
10. Kadını kürtaja sürükleyen önyargı ve ahlaki baskılara karşı kararlı kampanyaların örgütlenmesi. Bu gibi baskılara, önyargılara ve tehditlere karşı kadınlara etkin devlet desteği.
11. İnsanların cinsel bilinçliliğinin gelişimini ve özellikle kadınların ve gençlerin doğum kontrol yöntemleri ve güvenli seks araçlarını kullanmalarını engelleyen dinsel, erkek şövenisti ve gerici davranışlara karşı kampanya.
Turkish translation: Siyavash Azari
hekmat.public-archive.net #1045tu.html
|