İran Komünist-İşçi Partisi 3. Kongresi Açış Konuşması
Önceki kongrede, açış konuşmasında durumun değişmekte olduğunu, Parti’nin de kendini buna hazırlaması gerektiğini söylemiştik. Parti’yi bir trene benzetmiştik (bu benzetme daha sonra daha ilginç biçimlere büründü), kalkmak üzere olan bir tren, az sonra istasyondan ayrılacak, dolayısıyla yolcuların az sonra göreceklerinin o anda gördüklerinden çok farklı olacağını dile getirmiştik. Görüntüler büyük ölçüde değişecekti. İki yıl önce Parti yeni bir yöne gidiyor demiştik, tanınmayacak biçimde değişeceğinden söz etmiştik. O kongrede değimekte olan bu duruma uygun olarak bizim de değişmemiz gerektiğini söyledik. Bizim hareketimizin temel ögelerinden biri kendimizi dönüştürebilmektir. Daha sonra temelde birşeyi dönüştürebilmek için niçin önce kendimizi dönüştürmemiz gerektiği, niçin yalnız değişik bir komünizmin başarı şansı olduğu konusuna geleceğiz. Biz temelde bu dönüşümün doğrultusunda devinmekteyiz, bu kongreler bu dönüşümün bayraklarını yükselttiğimiz, yolumuzun yönünü çizdiğimiz, yolumuzu sürdüreceğimiz uğraklardır.
Biz önceki kongrede durumun esaslı biçimde değişeceği öndeyisinde bulunduk, durum değişti de. Bu dönemi ne Hatemi dönemi, ne Birlik Güçlendirme dönemi, Ne Reform dönemi olarak adlandırabiliriz, bu dönem İşçi-Komünist Partisi donemiydi. Kime sorarsanız sorun size son iki yılda İran siyasal coğrafyasında gerçekleşen en büyük olayın Komünist-İşçi Partisi olduğunu söyler. [Parti] İran coğrafyasında yoktu, siyasal denklemlerinde yoktu, şimdi var. Vilayet-i Fakih sorunu yoktu şimdi var, İstihbarat Bakanlığı sorunu yoktu şimdi var, ülke içindeki izinli aydınların sorunu yoktu şimdi var. Bütün eski denklemlere bir başka şey eklendi, o da İşçi-Komünist Partisi’dir. Önceki kongrede yurt içi ve yurt dışının bağlantılı olduğunu söyledik, yurt içinde bir harekete dönüşmeniz için Parti üyelerini hava yoluyla İran’a göndermenize gerek yok dedik. Dediğimiz oldu. Bugün Komünist-İşçi Partisi’nin yurt içindeki konumu yurt dışındakinden daha önemli, daha belirgin, daha güçlüdür. Bunu yalnızca istatistiklerle gösteremezsiniz, gidip İran’ın siyasal haritasında Parti’nin yerine bakabilirsiniz, sokaktaki vatandaşa sorabilirsiniz, Kürdistan valisine sorabilirsiniz, falanca sözümona reformcu yayın organının editörüne sorabilirsiniz, Cuma hutbesine giderken Hameneyi’ye sorabilirsiniz Parti’nin konumunu. Onlar size bu son iki yılda manzaranın gerçekten değişip değişmediğini söyleyecekler. İki yıl önce “biz yurt dışında konumlanmış bir hareketiz, İran’da durum değişiyor, İran çapında toplumsal bir parti olmak için hazırlanmalıyız” diyen Komünist-İşçi Partisi şimdi dönüp “biz İran’da tanınmış, nüfuzu, birçok üyesi olan bir partiyiz” diyebilir. Böyle bir parti yaratmamız gerektiği önceki kongrenin kararıydı.
Söylediğim gibi manzaralar büyük ölçüde değişmiş durumda. Soru şu: Biz de bu değişime uygun olarak dönüşebildik mi? Bana göre bu kongre hala bir bakıma kendimize ilişkindir. Bize ve bizden beklenen görevi yerine getirebilecek ölçüde değişebimemize ilişkin bir kongredir. İKİP ardındaki gemileri yaktı, bu partiyi artık İran solunun on yıllarca içinde hapsolduğu güçsüz, etkisiz, soyutlanmış kalıba sokamazsınız. Bu partiyi biz bıraksak bile Tahran’da, Tebriz’de, Reşt’te, İsfahan’da sözümüzü söylediğimiz kişiler şubesini açarlar, bizi beklemezler bile. Ben ve siz bu partinin kapısını kapamak istesek bile Komünist-İşçi Partisi İran’ın önümüzdeki huzursuzluklarında ortaya çıkacaktır. Parti’nin ardındaki köprüler yıkılmış durumda, bu parti yalnızca ilelemeli. İlerleyebilmesi için bu kongrede toplananların yeni bir bakışa, kendilerine ve görevlerine ilişkin yeni bir çerçeveye gerekesinimleri vardır. Bu kongre bu bakışın oluşması yolunda bir itki yaratabilirse, bizi üzerinde bulunmamız gereken yola sokarsa, bildirgeleri ve bildirileri sayısı bir elin parmaklarını geçmezse bile başarılı bir kongre olmuştur demektir.
Söylediğim gibi, konu bize ve geçirmemiz gereken dönüşümlerdir. Bakınız, komünizmi her zaman, her yerde dünyanın, insanların kurtarıcısı olarak tanıtıyoruz. İşçi sınıfının öğretmeni, yeni düşünceler getiren toplumun öğretmeni, aydınlatıcı olan, kurtarıcı olan parti, özgürleştiren. Bu işin içinde olduğumuz son 25, 26 yılda (kimilerimiz daha da uzun süredir bu işin içindeler) bunu öğrnedik, sonra da “sosyalist” dünyaya, uluslararası “komünist” harekete bakarak bundan emin olduk: İlk yapılması gereken bu kurtarıcının kendisini özgürleştirmektir. Önce özgürleştirecek olanı özgürleştirmek gerek, önce bu öğretmenin kendisine öğretmek gerek. Bu hareket 1978 yılındaki cüssesiyle bir yere varamaz, o bünyeyle birşeyi değiştiremez. Toplumun oratsında kendi başınadır, etkisizdir, marjinaldir. Yerine karar verilir, yazgısı belirlenir, her seferinde tarihsel uğraklarda kurban edilir. Kurtarıcı olmak isteyen, öğretecek olan, aydınlatacak sol önce kurtulmalı, özgürleşmeli, aydınlanmalı, eğitilmeli. Bu bizim yirmi kaç yıldan beri başlattığımız bir süreçtir. Bugün, bu sürecin sonundan, kendi zamanında hengameli, inişli çıkışlı bir ölüm kalım, mücadele, etkinlik, yayın ve koşuşturma seyri olan bu hareketin geçmişine bakıldığında kimi örneğe rastlanır. Belli bir komünizmin İran’da nasıl oluşmaya başladığı görülür, kendini yeniden tanımlıyor, komünizm değil de komünizmin çarpıtılması ve yenilgisinin ürünü olan mirastan kendini nasıl kurtardığı, kendi yolunu nasıl açtığı görülür. Gidip dünyayı şimdi kurtarabilmek için yeni bir sosyalizm oluşuyor, gidip insanları aydınlatacak, birşeyleri kurtarabilecek bir sosyalizm. Biz daha o yolun ortasındayız. Komünist-İşçi Partisi bunu ayırt edip bu yolu, marjinal, komünist olmayan, proleter olmayan, etkinliksiz, hantal, toplum dışı bir komünizmden ayrılıp, toplumsal işçi komünizmine, insanların yazgılarını belirlemeye katılan, erki ele geçirme isteği ve gücü olan, insanların yaşamlarını değiştirebilen bir komünizme dönüşebilme yolunu, bilinçlice izlemelidir. Bizim bütün hikayemiz insanların yaşamını değiştirebilmekle ilgilidir. Kendi dönemimizin insanının yaşamını değiştirebilmek dışında hiç bir şey komünizmin felsefesini açıklayamaz. Komünizm ne bir kuramdır, ne de materyalist felsefenin savı, devamı veya diyalektiği. Felsefe ve kuramın açıkladığı gibi her dönem insanların dünyalarını değiştirebilme, özgürleşme, eşitleşme çabalarıdır. Bu işi üstlenmeyen komünizmin hiç bir şansı yok. Bunu yapmak isteyen komünizm ise öncelikle bu işin üstesinden nasıl gelmesi gerektiğini bilmeli. Güçlenmesini ne önlüyor, büyüyp zafere ulaşmasını ne engellemekte, bunu bilmek zorunda. Bu sözlerin hepsi eski komünizmin çerçevesinde küfür sayılırdı: “Güç,” “Zafer,” “Toplumun yazgısını belirlemek.” Komünistler bunları yapmamalıydı! Komünistler gidip kitap yazacaklardı, “düşünce” üreteceklerdi, siyaseti de görünürde hep “demokrasi” getirecek olan, ama asla getirmeyen, toplumun yüzde doksan dokuzu için asla özgürlük getirmeyen partilere bırakacaktı. Komünizmi hep marjinal konuşan, olması gereken bir vitrin, olmaması kötü olan fakat toplumun ve siyasal erkin yazgısı konusunda belirleyiciliği olmayan bir hareket olarak tanımladılar, öyle ki biz erkten konuştuğumuzda bir çok kişi şoka uğradı. İki yıl önce ben Almanya’da bir gazeteye üç milyon kişi eden toplumun yüzde beşiyle erki ele geçiririz dediğimde monarşistler olmaz demedi, Amerika olmaz demedi, olmaz diyenler solculardı: Üç milyon kişiyle mi erki ele geşireceksiniz?! Ben bu sayıyı düşürmek istiyorum (salondakilerin gülüşmesi ve alkışı). Bence iki milyonla, bir milyon kişliyle de olur. Niçin olmasın? Olmak zorunda. Ben küçük bir azınlıkla halkın seçimi olan yönetimlerin devirilemediğini duymuştum, ancak sert zorba yönetimler niye düşürülemesin? Bu formül de neyin nesi? Niçin ırk ayrımı rejimi militan bir azınlık eliyle düşürülemesin? Niçin İşgalci Almanya’yı Fransa’dan militan silahlı bir azınlık dışarı atamasın? Niçin molla yönetimi bir ülkede bir azınlık eliyle devrilemesin? Ben demokratik parlementer yönetimi azınlıkla deviremezsiniz diye duymuştum. Doğru, ancak gerçekten parlementer ve demokratikse çoğunluk biz oluruz. Ancak söz konusu yönetimin kendisi küçük bir azınlığın temsilcisi, geri kalmışlık ve gericiliğin simgesiyse, silah zoruyla ayakta kalabiliyorsa, iki kişiyle de devrilebilirse o zaman devrilmeli. Ancak bizim ayrılmakta olduğumuz solun bir şey yapacağı yok, kendi yoldaşıyla iyi vakit geçirme peşinde, komünist bir partinin belirli bir uğrakta siyasal erki ele geçirmesi gerektiği tartışmasını yadsımaktadır. Erki ele geçirme nesnel, pratik bir sorundur. Erk “genel olarak” ele geçmez. Bir Çarşamba günü, belirli bir ayda, belirli atmosferik bir durumda belirli bir topluluk gidip ele geçirir erki. Erk hep bizim bilimsel kitabımızın son bölümü olacaksa asla ele geçmez. Gücü ele geçireceğimiz belirli bir zaman belirlemeliyiz. O gün, Komünist-İşçi Partisi için önümüzdeki bir, bir buçuk, iki yıl içinde gerçekleşecek olan günlerden biridir, erki biz şimdi ele geçirmezsek “yarın döneriz” değil, yarın artık dönemeyiz. Yenilmiş komünizmi bastırıp ezerler. Yenilmiş komünizm evine gidip gazetesini çıkaracak yenilmiş liberalizm değildir, yenilmiş komünizmi otuz yıl ortada görünmeyecek biçimde ezerler.
Komünist-İşçi Partisi ve kongrenin önünde görevini yerine getirmek üzere tarihsel bir fırsat bulunmaktadır, bu kongre ne yapmak istediğini, nasıl yapmak istediğini, son olarak da buna ulaşabilmek için kendimizde neyi değiştirmemiz gerektiğini bize söyleyebilirse başarılı bir kongre olur.
İzlediğimiz yol, yirmi kaç yıldan beri izlemekte olduğumuz, bir baskı grubundan (baskı grubu bile fazla fiyakalı bir sözcük, gerçek şu ki siyasal düzeyde kimse bizim baskımızı duyumsamıyordu), bir komünist siyasal-ideolojik topluktan siyasal bir partiye dönüşme büyüme süreci bilinçlice izlememiz gereken bir yoldur. Kimileri kuramdan siyasete geçişin bir düşüş olduğunu düşünüyor. Arı kuramsal alandan uzaklaşıp pratiğe yaklaştığınız ölçüde düşüyormuşsunuz gibi: “Falan kişi eskiden “Sol Liberlizmin Anatomisi”ni yazardı şimdiyse yalnızca devirmekten söz ediyor!” Onlara göre bu bir gerilemedir. Bir adım ötede Anatomi’yi yazmayıp yalnızca şiir yazarsan daha da önemli bir kişi olursun! Gerçekte dünya değiştirmek istemeyen, hatta gerçekte dünyayı yorumlamak niyetinde bile olmayan elitist, aydın kültüründe düşünce her zaman eylemden daha önemlidir, düşünsel hareket her zaman pratik hareketten daha üst bir düzeyi temsil etmektedir, düşünsel bir topluluk siyasal partiye hep üstten bakar. Bizim içinse böyle değildir. Komünist düşüncelerden o belirli toplumu, ekonomisini, polisini, mollalarını, cehaletini, eğitim öğretimini, halkının durumunu dönüştürebilmek aşamasına doğru hareket etmek yukarı doğru bir harekettir. Düşünce eyleme dönüşmeyecekse bence beş para etmez. Sahibiyle birlikte ölür. Öyleyse bizim izlediğimiz topluma, döneminin komünizmine, yanlış yorumlamalara eleştirisini yönelten komünist aydınlatmacı bir topluluktan bir şeylere el atıp değiştirmek isteyen siyasal bir partiye dönüşme süreci hareketin yükselmesi, ilerlemesidir. Yoldaşlar, “siyasal parti” terimi anahtar sözdür. Yoldaşlar! Biz “siyasal parti” yaratmak istiyoruz, inanın daha yaratmış değiliz, yaratmaktayız. Yirmi kaç yıl önce, etkin olmak isteyen yirmi altı yermi yedi yaşında bir komünist olarak hiç bir sokakta, caddede, fabrikada olmayan, yalnızca kendi gerilla birliği (şimdilerde ise silahsız gerilla birliği) içinde bulunabilen dönemin solunun acaip formülleri arasında nasıl yorumladıkları anahtar sözcükler peşinde koşturmak zorundaydım, “revizyonizm” hakkında ne dediklerini bulmak zorundaydım. “Ulusal ve ulusal olmayan” burjuvazı hakkındaki formüllerini bulmalıydım. Bu parolalara bakıp onlarla çalışıp çalışamayacağımı bulmam gerekirdi. Bunlar bir iş yapmak için hemen hemen hiç etki yaratmıyordu bende, sadece kendileri gibi konuşmama neden oluyordu. Bugün İran’da yaşamından hoşnut olmayan kişi, bu bana yaraşmıyor, toplum böyle olmamalı diyen işçi, bütün dünyada ben niçin böyle yaşamalıyım, Fransa halkıyla benim farkım ne diye soran genç, bana düşen nasıl bir paydır bu diyen kadın gidip bir yerlere katılabilmeli, örgütlenebilmeli, birleşebilmeli, yarından mücadelelerine, grevlerine, propagandalarına, gösterilerine, ayaklanmalarına başlayabilmelidirler. Ben 79 yılında bunları yapabileceğim bir örgütün olduğunu bilseydim şimdi burada olmazdım. Siz, biz, 79-80 yıllarında kendi hakkında konuşan ve düşünen sol hareketler ve topluluklar yerine katılabileceğimiz radikal siyasal bir partiyi toplumda bulabilseydik devrim hareketine katılırdık, o zaman Humeyni gelmezdi, Hameneyiler gelmezdi, yüz bin idam olmazdı, bu ülkenin kadınlarının bir kuşağı ikinci sınıf vatandaş (ikinci sınıf vatandaş bile fazla iyimser, aşağılayıcı olmayacak bir betimleme nasıl bulunur bilemiyorum) olarak yaşamazdı. Bu yirmi yılı aşkın sefalet olmazdı Komünist-İşçi Partisi gibi gidip katılabileceğimiz, mücadeleye başlayabileceğimiz birşey olsaydı önümüzde eğer. Ama yoktu, biz de kendimiz yaratmak zorunda kaldık, “manifatura” döneminden başlamak durumunda kaldık. Ancak bunu sonucuna ulaştırmamız gerek, bu, siyasal bir partiye dönüşmelidir. İnsanların yaşadığı sokaklara gitmeli, tüm mahallelerde, köylerde, her yerde insanların gidip katılabileceği, üyesi olabileceği şubeleri olmalıdır, durumundan rahatsız olan her kes gidip üyesi olabilmelidir, orada oy kullanabilmelidir, silahlanabilmelidir, onun yardımıyla grev örgütleyebilmelidir, onun yardımıyla şu an iş başında olan, parti varsa bir gecede yenilgiye uğratılabilen zorba burjuva azınlığa hakettiği karşılığı verebilmelidir. Biz çoğunluğun partisiyiz, çoğunluk bizimle olmasa bile biz çoğunluğun partisiyiz. Çoğunluk niçin bizimle değil? Çünkü bizimle olabilmesine izin yok. Hani insanların seçim yapabildikleri o ozgür koşullar?Hani insanların sözlerini söyleyebildikleri o özgür ortam? Biz çoğunluğun partisiyiz, çoğunluğun birleşebilmesini sağlamakla yükümlüyüz. Çoğunluğun üyesi olabileceği örgütü oluşturmakla yükümlüyüz. Çoğunluğun onun yardımıyla gösteri düznleyebildiği veya kızıl ordu oluşturabildiği örgütlenmeyi sağlamakla yükümlüyüz. Biz yükümlüyüz. Şu an kuramsal tartışmaya girmek isteyen buyursun gitsin girsin tartışmasına. Biz kuramla uğraştık, her kesten daha iyi, daha ciddi, buraya varabilmek için, dünyayı değiştirmenin anahtarını bulabilmek için. Bizden sonra bizim tanımadığımız gerçek insanların yaşama süreleri artacak, konutları daha iyi olacak, saygınlıkları daha da artacak, daha mutlu olacakları biçimde topluma müdahale edip onu dönüştürebilen bir hareket yaratmak için. Biz bir “siyasal parti” oluşturmalıyız. Siyasal parti bu serüvenin ana temasıdır. Bu kongre ve aleni oluşu, bir örnek olarak, bir siyasal parti yarattığımız sürecin bir uğrağıdır. Kongre aleni olduğunda artık bizim değildir. Onlarındır, dışardaki insanlarındır, onun hakkında yargı bildirenlerindir, onunla ilgili karar verenlerin, onu beğenen veya beğenmeyenlerindir. Parti onların olacak. Biz Komünist-İşçi Partisi’ni halka, işçilere veriyoruz. Babamızın mirası değildir. Bu partinin yardımıyla bu kez yitirmekten korunmak isteyenlerindir. Bu kez zamanında orada olmalıyız. Zamanında varıp bu partiyi onlara vermeliyiz. Bu önümüze açılan küçük siyasal bir penceredir, önümüze açılan tarihsel küçük bir penceredir. Fırsatımız sınırlıdır. Gazete’de (Haftalık Enternasyonal’de) bu sınırlı bir fırsattır, bu fırsatı kaçırabiliriz dediğimde bazı yoldaşlar bunun moralleri bozabileceği uyarısında bulundular! Ben sorunu anlayamayabiliriz, işi bozabiliriz, bu fırsatı kaçırabiliriz dedim. Bence epik olan şey bu fırsata sahip oluşumuzdur. Birileri “Hayır, biz yaparız! Hayır, kesinlikle kazanırız!” diyorsa bence sorunu tam olarak kavramış değildir. “Komünizmin zaferei kaçınılmazdır!” diyorlar. Hayır, komünizmde hiç bir şey kaçınılmaz değildir, gidip işi zamanında, hızlı biçimde, yeterli enerjiyle gerçekleştirecek insanlara bağlıdır. Belirli komünist insanlar, tarihin belirli uğraklarında, belirli istemlere iye olmazlarsa, bu istemin gerçekleşebilmesi için kendilerinde yeterli kapasiteyi, yetiyi oluşturmazlarsa komünizm kaybeder, yenilir. Komünizmi bir ülkede sekiz yıl turizm danışma bürosu gibi ayakta tutamazsınız. Komünizmi bir ülkede bir süpermarket zinciri gibi sürdüremezsiniz. Baskı altındaki ülkelerde olmaz. Ya kazanırsın ya da otuz yılı grevsiz geçirip, insanları ileri geri itip kakabilecekleri biçimde sermayelerini biriktirebilecekleri biçimde bastırırlar. Onun için bizim durumumuz monarşistlerin, liberallerin veya Hatemicilerin durumu gibidir sanmayın. Ya biz yenmeliyiz ya da bizi yenerler.
Bu yüzden ben bu kongrenin Komünist-İşçi Partisi yaşamının en belirleyici uğrağında gerçekleşmekte olduğunu düşünüyorum. Buradan çıkacak mesaj buradan çıkacak insanların yanısıra, insanlara, bu partinin var olduğunu, İran halkının, İran işçi sınıfının, insan onurunun, özgürlüğün yazgısının Meşrutiyet devriminden bu yana halkı oynatan, diktatörlük üstüne diktatörlük getirmiş olan, kendisine mutluluk ve gönenç getirebilen insanları sefalete sürükleyen bir grup mollanın, milliyetçinin, kapitalistin elinde olmadığını gösterebilmelidir. Bunların defteri dürülmelidir. Komünist-İşçi Partisi bu rolde ortaya çıkabilecek kısa bir fırsata sahiptir. O noktaya gitmelidir. Oraya gitmezse, yoldaşlar, buraya dönmeyecektir! Komünizmin Hint kumaşı olduğu baskı dönemine döner.
Ancak Komünist-İşçi Partisi bu görevi yerine getirirse durum yalnızca İran’da değişmez. Her hangi bir parti bugün altmış milyonluk bir ülkede komümizmi erkin kapısına dayandırırsa, yalnızca o ülkede değil Avrupa’nın bir bir bütün başkentlerinde kızıl bayrağı göndere çeker, bu ülkelerin işçi hareketini yeniden canlandırır, Marksist kuramı yeniden canlandırır, komünizmi Avrupa’nın bütün üniversitelerinde canlandırır. Günümüz dünyasının siyasal ekonomisinde bizim türden Bolşevik bir parti İran’da, Kore’de, Brezilya’da, Arjantin’de, Güney Afrika’da veya bu ölçek ve önemde her hangi bir ülkede Bolşeviklerin yaptığını bir daha yaparsa dünya haritası bir daha değişir, yine sil baştan. Sorun yalnızca İran değil, Komünist-İşçi Partisi kendisine doğru fırlatılmış bu tarihsel görevi elinden düşürmeyecek biçimde yakalama gücüne, bünyesine ve cesaretine sahip olup olmadığına karar vermelidir. Yoldaşlar! Yakalamamak ve düşürmemek olmaz, yakalamasak düşer, biter. Kanımca bu kongremizin öyküsü ve partimizin yerine getirmesi gereken yükümlülük budur.
Bence bu doğrultuda epey ilerlemişizdir, şimdiki soldan uzaklığımız epeyce fazla. Bu parti ne bizim zihnimizde, ne insanların kafasında, ne de hala kendisini bizimle aynı aileden sayıp bizi öğütleme gereği duyan solun kendi zihninde bu sol ile karşılaştırabilir değildir. Kendinizi onlarla karşılaştırmayın. Kendinizi karşımızda bulunan görevlerle ölçün. Acaba İran’da erki ele geçirebilir miyiz? Nasıl? Hangi mekanizmayla? Acaba komünist bir kabine oluşturmaya yetecek kadromuz var mı? Her sokağa insanları tetikte tutacak bir sosyalist ajitatör yerleştirebilir miyiz? Amerika bizim yönetimden hoşlanmazsa ne yaparız, politikamız nedir? Pakistan’ın atom bombası var, ne yapacaktır? Bu soruna yanıtımız nedir? İslamcıları ortadan nasıl def edeceğiz? Eşitliği sağladığımızı bir bildirgede sunmak için ne kadar zaman gerekli bize, bunu gerçekleştirecek gücümüz ne? Bunlar çağdaşlarını, toplumlarını etkilemeye karar vermiş insanların karşısına çıkması gereken gerçek sorulardır. Kendimizi görevlerimizle karşılaştırmalıyız, ardımızda bıraktığımız ve ne yazık ki hala epey yakınlarında olduğumuz kişilerle değil. Hala ne yazık ki bu görevlerimizden çok o sola yakınız. Ancak kanımca bu kongre atabileceğimiz, başka yere gitmek, başka birşey yapmak istediğimizi gösterebileceğimiz son adımdır.
Vaktinizi almak istemiyorum. İki bildirgede, Komünist-İşçi Partisi’nin Özel Konumu ve Siyasal Durum ile ilgili bildirgelerde bu konuya belirgin biçimde değiniyorum, yalnızca bu kongrenin üzerine eğilmesi gerektiği konunun ana çizgilerini burada çizmeye çalışıyorum.
Yoldaşlar! Biz İran toplumunun tarihinin en belirleyici uğraklarından birinde bulunuyoruz. Hepiniz iş başındaki yönetimin yarattığı toplum çapındaki nefrettren dolayı düşeceğini biliyorsunuzdur. Siyasal bir boşluk oluşacaktır, bu boşluk toplumun rutinine dönüşmeyecektir, biri bu boşluğu dolduracaktır. Komünist-İşçi Partisi ilk kez zaferin eşiğinde duruyor. Bence yüzünü dönüp bu zaferi görmeli, artık geçmişini düşünmemelidir. Bu zafere gitmelidir, siyasal erke gitmelidir, gidip ele geçirmelidir, bunu yapabiliriz. Ancak bu Herkül’e uygun bir iş yoldaşlar! Kesinlikle basit bir iş değildir. Bizden başka türlü önderlik beklemektedir, başka türlü etkinlik, başka türlü propaganda, başka türlü bir varoluş, başka türlü bir enerji, başka türlü bir birlik, bu tehlikeye atılacak kişilerin başka türlü birliğe gereksinimleri vardır. Başka türlü istem ve kararlılık gerektirmektedir. Lütfen, marangoz olmak isteyen, inşaat ustası olmak isteyen, şair olup şiir yazmak isteyen, kitap yazmak isteyen iki yıl sonraya, yenilirsek o zamana bıraksın bunu. Şu an Komünist-İşçi Partisi yoğunlaşmış siyasal bir güç olarak İran toplumunun ortasına gitmelidir.Toplumu değiştirmelidir. Bence bu işi yapmalı, yapabiliriz de. Heyecan verici olan zaferimizin perspektifi değildir. Çünkü şansımız çok az. Heyecan verici olan şey ilk kez olanaklı olmasıdır. İlk kez sizin yazgınız kendi ellerinizde. İlk kez insanlara yazgılarını kendileri belirlemeleri için yardım edebiliriz. Bu şans küçük olduğu ölçüde heyecan vericidir.
Bu bizim önümüzdeki temel sorudur. Komünist-İşçi Partisi’nin gemileri yaktığını söyledim. Bu devi artık o lambaya sokmak olanaklı değildir. Bitti. Komünist-İşçi Partisi dışarı çıkmıştır, insanlar görmüşlerdir onu, beklentileri var bu partiden, eleştiriyorlardır sizleri, telefonlara bakın, Tahran’dan arayanların söylediklerini dinleyin. Bu kongre hakkında söylediklerini dinleyin. Bize ne yapcaksınız diye soruyorlar. Biz İran’da ne yapalım diyorlar. Programınız nedir, alternatif nedir, hangi sloganı atalım, nerede toplanalım diye soruyorlar. Yalnızca bunları yanıtlamakla yetinmemeliyiz, Hameneyi Hatemi’ye tokat atmaya karar verdiğinde kentleri her ikisinin elinden çıkarmamız ne kadar sürecek sorusuna da yanıt vermeliyiz. Tahran’da darbe olur sıkı yönetim ilan edilirse Komünist-İşçi Partisi bunu yeni bir dönemin başlangıç düdüğü olarak algılamalıdır, insanların ayaklanmasını örgütleyip yöneten parti olmalıdır. Buna hazırlanmamız ne kadar sürer? Parti bu iş için zihinsel ve fiziksel olarak ne ölçüde hazırlıklı? Önderliğimiz kendisini ne ölçüde bu kapasiteye sahip olarak görmekte? Bugün insanlar bizi buna yetenekli görüyor, bugün insanlar İran’da üç dört güçten söz ediyorsa bunlardan biri Komünist-İşçi Partisi’dir. İki buçuk yıl önce, ikinci kongrede, biz bunun öndeyisinde bulunduğumuzda kimilerine çok tuhaf geliyordu bu. Şimdi kim Komünist-İşçi Partisi’nin İran’daki radikalizmin ışığı, feneri olduğundan kuşku duyabilir? Bakınız, toplum kendi komünizmini bulur, bulabildiği komünizmi bulur. Huzursuzluk dönemlerinde toplum radikal sola gereksinim duyar, yoksun insanın radikal sola gereksinimi var. Bugün bir bayrak görüyor, Komünist-İşçi Partisi. İnsanlar bizi bu dönem İran’ın komünizmi olarak seçmiştirler. Kimse İran’da Komünist-İşçi Partisi dışında Komünist sol örgüt aramıyor. Komünizm İran’da kendini örgütleyecekse bu partiye gelecektir. Fabrika’daki işçiden, üniversite öğrencisine, okul öğretmenine kadar her kes Komünist-İşçi Partisi’nin nerede olduğunu sorar kendine. Parti’nin kendisini örgütlemesini bekler. Parti önderliğini, kadrolarını soruşturup bilmek ister. Bu, burada oturanlardan daha büyük genel ölçekte bir harekettir, kendi güçlerini bulur, son iki yılda İran’daki gelişmemiz öylesine büyük çaplı, öylesine şaşırtıcı olmuştur ki artık kimse Parti’nin “yurt dışı” partisi olması sorununu düşünmemektedir. Sorun İran’daki bu gücümüze yön verebilmemizdir, sorun İran’daki güçlerimizin yönlerinin ne olduğudur. Şimdi ne yapmaları gerek? Onlar için programımız nedir? Çeşitli sorunlar karşısında nasıl bir tepki göstermeleri gerekiyor?
Yoldaşlar, sözlerimi burada bitiriyorum, kongrenin bu tarihsel yükümlülüğünün ayırdına varmasını umuyorum. Görevimizi yerine getirmek için belirli bir tarihsel fırsat yakaladığımızı söyledim. Bu fırsat geçicidir. Liberal partileri, Avrupa’yı, İran’daki Hatemici partileri, “eleştirel düşünürleri” örnek olarak almayınız. Radikal komünizm belirli bir uğrakta zafere ulaşabilir. Bu fırsat İran’da yüzyıl boyunca ilk kez elde edilmiştir, yoldaşlar bu yalnızca İran’da bir şeyler yapmamız için bir fırsat değildir. İran Komünist-İşçi Partisi’ni siyasal erkin tarafına dönüştürebilirsek, insanlar açısından yönetim İKİP’in elinde olmalıysa, bu süreç başlarsa, o zaman biz dünyayı değiştiririz. Bir yaşam boyu kuramsal tartışma, Marksizm’i savunma bu tarihsel uğrağa ulaştığımızda kılıcımızın elimizde olması içindi. Şimdi geriye dönüp bir şeyleri yaratma zamanı değildir. Gidip bir şeyler yaratmanız için geç. Yaptığınız bu silahla meydana çıkmalısınız, bu silahı biz yirmi yılı aşkın bir sürede yarattık.
Kongrenin kendi görevlerini ayırt etmesini, bizim de kongreden sonra görevlerimizin bilincinde olacağımızı umuyorum. Yoldaşlar! Bizim çalışma biçimimizde, komünist partilerde, özellikle de bizim partide önderlik ve kadrolar belirleyici kategorilerdir, anahtar görevindeler. Bu hareketin ne yaptığı önderliğinin, kadrolarının ne yaptığına bağlıdır. Çünkü biz sınıfın, genel olarak da insanların devrimci partilerine öykündüklerini biliyoruz. Çünkü bir hareketin tipinin, biçiminin önderliğine, kadrolarına benzediğini biliyoruz. Öyleyse top hepimizin elinde. Bu hareketin önderliğini, kadrolarını oluşturan biziz, buradakiler ve buranın dışındaki birçok kişi, karar verecek olan da biziz, kanımca Komünist-İşçi Partisi’nin buradaki savaşımı da budur. Bu konulara tek tek değineceğiz, özellikle Komünist-İşçi Partisi’nin özel konumu tartışmasına, ben o noktada konuyla ilgili bildirgeye ilişkin konuşacağım. Umarım kongre bu yönde ilerler. Umarım ana sorunlara profesyonelce yaklaşırız. Umarım kongreye yükümlülüklerini, bundan sonra Parti’ye vermesi gereken yönü anımsatabiliriz. Yoldaşlar! İşin çetin yanı bu kongreden sonra başlayacaktır, bu kongre doğru yönü göstermiş yönümüzü doğru olarak tanımlamış olursa işimizi kolaylaştırmış olacaktır. Ancak işin zorluğu gerçekten de bu kongreden sonradır, hepinizin ilgisini bu konuya çekmek isterim. Çok teşekkür ederim.
Mansur Hikmet
Turkish translation: Siyavash Azari
hekmat.public-archive.net #1110tu.html
|